clear - English Turkish Sentences
English Turkish
clear açık adj.
  • The sky is clear now, but rain is expected in the afternoon.
  • Şu anda gökyüzü açık, ancak öğleden sonra yağmur bekleniyor.
  • Clear legislation and careful control of this are yet other tools.
  • Açık mevzuat ve bunun dikkatli bir şekilde kontrol edilmesi de diğer araçlardır.
  • I will make a very clear and very objective point to the Committee on Regional Policy.
  • Bölgesel Politika Komitesine çok açık ve çok objektif bir noktaya değineceğim.
Show More (879)
clear net adj.
  • It's hard to get a clear picture from this distance.
  • Bu mesafeden net bir görüntü elde etmek zor.
  • I can hear your voice loud and clear.
  • Sesini gayet net duyabiliyorum.
  • As a lawyer, he makes a clear 150,000 pounds per year.
  • Bir avukat olarak yılda net 150.000 pound kazanıyor.
Show More (467)
clear açıkça adv.
  • The problems with framework legislation at European level are clear when one looks at Sweden.
  • Avrupa düzeyinde çerçeve mevzuatla ilgili sorunlar İsveç'e bakıldığında açıkça görülmektedir.
  • It also has to be made clear to the ruling party that it cannot abuse the powers it has to disband the opposition.
  • İktidar partisine muhalefeti dağıtmak için sahip olduğu yetkileri kötüye kullanamayacağı da açıkça belirtilmelidir.
  • I want to make it clear, though, that we are particularly positive about the role that the European Union played.
  • Yine de Avrupa Birliği'nin oynadığı rol konusunda özellikle olumlu olduğumuzu açıkça ifade etmek isterim.
Show More (217)
clear temizlemek v.
  • However, there are number of obstacles in our path which we near to clear out of the way.
  • Bununla birlikte, yolumuzda temizlememiz gereken çok sayıda engel vardır.
  • And you forgot to clear your history on your Web browser.
  • Ve internet tarayıcı geçmişinizi temizlemeyi unuttunuz.
  • You two break down and clear out the giant boulders.
  • Siz ikiniz dev kayaları parçalayın ve temizleyin.
Show More (88)
clear belli adj.
  • It is also not entirely clear what will happen with the agencies.
  • Ajanslara ne olacağı da tam olarak belli değil.
  • The reasons why the negotiations collapsed are not entirely clear, but the Maoist factions first broke the cease-fire.
  • Müzakerelerin neden çöktüğü tam olarak belli değil ancak ateşkesi ilk bozan Maoist gruplar oldu.
  • It is already clear, however, that even short term needs will run into hundreds of millions of dollars.
  • Ancak kısa vadeli ihtiyaçların bile yüz milyonlarca doları bulacağı şimdiden bellidir.
Show More (42)
clear açıklığa kavuşturmak v.
  • That needs to be made perfectly clear here.
  • Bu hususun burada açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
  • On the subject of Kosovo, ladies and gentlemen, I would nevertheless like to make some things very clear.
  • Kosova konusunda, bayanlar ve baylar, yine de bazı hususları açıklığa kavuşturmak istiyorum.
  • However, there are some things I am still not clear about.
  • Bununla birlikte hala açıklığa kavuşturamadığım bazı hususlar var.
Show More (41)
clear temiz adj.
  • Since 11 September, the country has in fact been a caricature of a clear conscience.
  • 11 Eylül'den bu yana ülke aslında temiz bir vicdanın karikatürü olmuştur.
  • To obtain clear water in the Baltic, it is crucial for us to cooperate across borders.
  • Baltık'ta temiz su elde etmek için sınır ötesi iş birliği yapmamız çok önemlidir.
  • Since 11 September, the country has in fact been a caricature of a clear conscience.
  • 11 Eylül'den bu yana ülke aslında temiz bir vicdanın karikatürü haline geldi.
Show More (25)
clear berrak adj.
  • I plan to enjoy the sandy beaches and clear waters of the island.
  • Adadaki kumsalların ve berrak suların tadını çıkarmayı planlıyorum.
  • Wine is a pure and clear product of nature, clear and golden in the glass.
  • Şarap doğanın saf ve berrak bir ürünüdür, kadehte berrak ve altın rengindedir.
  • Wine is a pure and clear product of nature, clear and golden in the glass.
  • Şarap, kadehte berrak ve altın renginde görünüen, doğanın saf ve berrak bir ürünüdür.
Show More (15)
clear anlaşılır adj.
  • From the report, it is clear that less progress has been made in these areas than in the area of the Internet.
  • Rapordan, bu alanlarda İnternet alanına kıyasla daha az ilerleme kaydedildiği anlaşılmaktadır.
  • That was clear from what you said.
  • Söylediklerinizden bu açıkça anlaşılıyordu.
  • I have translated her Portuguese notes off the cuff, so I hope I shall be clear.
  • Portekizce notlarını bir çırpıda tercüme ettim, umarım anlaşılır olabilirim.
Show More (14)
clear temizlenmek v.
  • May I take this opportunity to thank everyone who has helped clear up and helped fight the floods.
  • Bu vesileyle sellerin temizlenmesine ve selle mücadeleye yardımcı olan herkese teşekkür ederim.
  • Progress has also been made in clearing mines.
  • Mayınların temizlenmesi konusunda da ilerleme kaydedilmiştir.
  • It's clearing up.
  • Temizleniyor.
Show More (8)
clear açıklamak v.
  • As will have been clear from my statement, the European Council has an extensive and ambitious agenda for its meeting.
  • Açıklamamdan da anlaşılacağı üzere, Avrupa Konseyi'nin kapsamlı ve iddialı bir gündemi bulunmaktadır.
  • Which makes it pretty clear how they got their names.
  • Bu da isimlerini nasıl aldıklarını açıklıyor.
  • Tom made it very clear that he didn't want us to be here.
  • Tom burada olmamızı istemediğini açıkladı.
Show More (7)
clear belirgin adj.
  • The democratic deficit in open co-ordination is also becoming even clearer.
  • Açık koordinasyondaki demokrasi açığı da daha da belirgin hale gelmektedir.
  • The democratic deficit in open co-ordination is also becoming even clearer.
  • Açık koordinasyondaki demokratik eksiklik de daha da belirgin hale gelmektedir.
  • NUTS level 1 has clear shortcomings.
  • İBBS seviye 1'in belirgin eksiklikleri vardır.
Show More (4)
clear boşaltmak v.
  • Jonathan, clear my schedule for next week, starting with tonight.
  • Jonathan, bu geceden başlayarak gelecek haftanın programını boşalt.
  • I need to clear my head for a bit.
  • Biraz kafamı boşaltmam lazım.
  • Clear the area, please.
  • Alanı boşaltın lütfen.
Show More (4)
clear ortada adj.
  • It is patently clear that Africa has become a forgotten continent.
  • Afrika'nın unutulmuş bir kıta haline geldiği apaçık ortadadır.
  • It was made clear in the past that the subsidies for the shipbuilding industry would be discontinued in mid-2001.
  • Gemi inşa sanayine yönelik sübvansiyonların 2001 yılı ortalarında sona erdirileceği geçmişte açıkça belirtilmişti.
  • One effect is at any rate clear.
  • Etkilerden biri her halükarda ortadadır.
Show More (3)
clear açıklık n.
  • I hope you will be able to clear this up in your reply.
  • Umarım cevabınızda bu konuya açıklık getirebilirsiniz.
  • I would also like to make a few points clear for the benefit of the public.
  • Kamuoyunun yararlanması açısından birkaç hususa da açıklık getirmek istiyorum.
  • Tom has made his intentions clear.
  • Tom niyetlerine açıklık getirdi.
Show More (3)
clear aşikar adj.
  • Some years after Barcelona this seems absolutely clear.
  • Barselona'nın birkaç yıl sonrasında, bu kesinlikle aşikâr görünüyor.
  • That truth has been clear to me for a thousand years.
  • Bu gerçek benim için bin yıldır aşikardı.
  • It's clear that Tom is not yet convinced.
  • Tom'un henüz ikna olmadığı aşikar.
Show More (2)
clear açılmak v.
  • The weather didn't clear.
  • Hava açılmadı.
  • The sky will soon clear.
  • Gökyüzü yakında açılacak.
  • The sky will clear soon.
  • Gökyüzü yakında açılacak.
Show More (2)
clear açmak v.
  • It took all night to clear the roads after the snowstorm.
  • Kar fırtınasından sonra yolları açmak bütün gece sürdü.
  • We cleared a path through the woods.
  • Ormanda bir yol açtık.
  • When the weather had cleared, the children began to play baseball again.
  • Hava açtığında çocuklar tekrar beyzbol oynamaya başladılar.
Show More (1)
clear kaldırmak v.
  • We are quite happy to help clear obstacles to reach the modal shift.
  • Modal değişikliğe ulaşılması önündeki engellerin kaldırılmasına yardımcı olmaktan memnuniyet duyarız.
  • We are quite happy to help clear obstacles to reach the modal shift.
  • Modal değişime ulaşmak için engellerin kaldırılmasına yardımcı olmaktan oldukça mutluyuz.
  • A cup of coffee cleared up my headache.
  • Bir fincan kahve, baş ağrımı ortadan kaldırdı.
Show More (1)
clear emin adj.
  • He seems quite clear about his career path.
  • Kariyer hedefleri konusunda oldukça emin görünüyor.
  • We will only vote 'yes' if we are clear that a proper deal has been done.
  • Sadece doğru dürüst bir anlaşma yapıldığından emin olduğumuz takdirde 'evet' oyu vereceğiz.
  • I'm not too clear about that point.
  • O noktadan pek emin değilim.
Show More (0)
clear aklamak v.
  • Mrs. Hastings was cleared of all charges against her.
  • Bayan Hastings kendisine yöneltilen tüm suçlamalardan aklanmıştır.
  • His acknowledgement that he stole the ring cleared the maid of suspicion.
  • Onun yüzüğü çaldığını itiraf etmesi hizmetçiyi akladı.
  • The DNA test cleared him of all charges.
  • DNA testi onu tüm suçlamalardan akladı.
Show More (0)
clear uzağa adv.
  • You should keep clear of that side of town.
  • Şehrin o tarafından uzak durmalısın.
  • We stayed clear.
  • Uzak durduk.
  • Keep clear.
  • Uzak durun.
Show More (0)
clear boğazını temizlemek v.
  • Tom cleared his throat and continued to speak.
  • Tom boğazını temizledi ve konuşmaya devam etti.
  • Kelly cleared his throat and begin to speak.
  • Kelly boğazını temizledi ve konuşmaya başladı.
  • Tom cleared his throat and began to speak.
  • Tom boğazını temizledi ve konuşmaya başladı.
Show More (0)
clear temize çıkarmak v.
  • Can you produce evidence to clear him?
  • Onu temize çıkarmak için delil gösterebilir misin?
  • I just want to clear my name.
  • Sadece adımı temize çıkarmak istiyorum.
  • Can you produce evidence to clear him?
  • Onu temize çıkaracak kanıtlar sunabilir misiniz?
Show More (0)
clear boş adj.
  • Friday is clear; should we meet then?
  • Cuma günü boş; o zaman buluşalım mı?
  • The road is all clear.
  • Yol tamamen boş.
Show More (-1)
clear bütün adj.
  • It took a clear day to repair the pipe.
  • Boruyu onarmak için bütün bir gün gerekiyordu.
  • Our clear wish for the Danish people is that this situation will change.
  • Danimarka halkı adına bütün dileğimiz bu durumun değişmesidir.
Show More (-1)
clear sakin adj.
  • Let's decide in the morning, with a clear head.
  • Sabahleyin sakin bir kafayla karar verelim.
  • As far as I can tell, the coast is clear.
  • Gördüğüm kadarıyla ortalık sakin.
Show More (-1)
clear bilgi vermek v.
  • If we therefore want to give consumers clear information on what they want to know, it is indeed possible.
  • Bu nedenle tüketicilere bilmek istedikleri konusunda net bilgi vermek istiyorsak, bu gerçekten mümkündür.
  • If we therefore want to give consumers clear information on what they want to know, it is indeed possible.
  • Dolayısıyla tüketicilere bilmek istedikleri konularda net bilgiler vermek istiyorsak, bu gerçekten de mümkün.
Show More (-1)
clear kesin adj.
  • I left it with a strong and clear mandate to conclude the enlargement negotiations.
  • Genişleme müzakerelerini sonuçlandırmak üzere güçlü ve kesin bir talimatla görevi bıraktım.
  • It's not clear when he came here.
  • Onun buraya ne zaman geldiği kesin değil.
Show More (-1)
clear gidermek v.
  • How, though, may we clear away the doubts that surface again and again, even in the amendments before us?
  • Yine de önümüzde bulunan değişikliklerde bile tekrar tekrar ortaya çıkan şüpheleri nasıl giderebiliriz?
  • Tom's acknowledgement that he stole the ring cleared the maid of suspicion.
  • Tom'un yüzüğü çaldığını kabul etmesi hizmetçinin şüphelerini giderdi.
Show More (-1)
clear dağılmak v.
  • A few hours after the clouds cleared and the sun came out, and the desert smelled of ozone.
  • Birkaç saat sonra bulutlar dağıldı ve güneş açtı, çöl ozon kokuyordu.
  • The mist is clearing.
  • Sis dağılıyor.
Show More (-1)
clear parlak adj.
  • Her clear green eyes sparkled with curiosity.
  • Parlak yeşil gözleri merakla parlıyordu.
Show More (-2)
clear duru adj.
  • Victoria has clear skin and high cheekbones.
  • Victoria'nın duru bir cildi ve çıkık elmacık kemikleri var.
Show More (-2)
clear tahsil etmek v.
  • Much to our surprise, the bank cleared the cheque yesterday.
  • Bizim için sürpriz oldu ama banka çeki dün tahsil etti.
Show More (-2)
clear uzaklaştırmak v.
  • The singer's crazed fans were cleared from the hotel lobby.
  • Şarkıcının coşkulu hayranları otel lobisinden uzaklaştırıldı.
Show More (-2)
clear (kalkış, iniş) izin vermek v.
  • The plane was cleared for take-off 45 minutes after boarding.
  • Uçağa binilmesinden 45 dakika sonra uçağın kalkışına izin verilmiştir.
Show More (-2)
clear rahatlıkla adv.
  • I can see clear to the beach from my window.
  • Penceremden sahili rahatlıkla görebiliyorum.
Show More (-2)
clear müsaade etmek v.
  • My father was cleared for discharge by an attending physician.
  • Babamın taburcu edilmesine doktor tarafından müsaade edildi.
Show More (-2)
clear yok olmak v.
  • My acne cleared after I turned 20.
  • Sivilcelerim 20 yaşımdan sonra yok oldu.
Show More (-2)
clear net kazanmak v.
  • I used to clear 100,000 dollars a year.
  • Eskiden yılda 100 bin dolar net kazanıyordum.
Show More (-2)
clear (hava) açılmak v.
  • The skies cleared as we traveled north.
  • Kuzeye doğru yol aldıkça gökyüzü açıldı.
Show More (-2)
clear sıyırmak v.
  • The tennis ball barely cleared the net.
  • Tenis topu fileyi zar zor sıyırdı.
Show More (-2)
clear bariz adj.
  • There is clear evidence of breaking and entering.
  • Haneye tecavüze ilişkin bariz deliller mevcut.
Show More (-2)
clear berraklaşmak v.
  • The liquid cleared after he added certain chemicals.
  • Birtakım kimyasalları ekledikten sonra sıvı berraklaştı.
Show More (-2)
clear açığa adv.
  • The captain steered the ship clear of the rocks.
  • Kaptan gemiyi kayalıklardan açığa sürdü.
Show More (-2)
clear açıkça adj.
  • She made her reasons for divorce absolutely clear.
  • Boşanma nedenlerini açıkça belirtmiştir.
Show More (-2)
clear rahatça adj.
  • The large windows allow a clear view of the ocean.
  • Büyük pencereler okyanusun rahatça görülebilmesini sağlar.
Show More (-2)
clear (yüz) aydınlanmak v.
  • He seemed annoyed at me, but then his face cleared.
  • Bana kızmış gibiydi ama sonradan yüzü aydınlandı.
Show More (-2)
clear tam adj.
  • The text does not make clear the requirement for there to be complete and transparent reform of all Members' expenses.
  • Metin, tüm Üyelerin harcamalarında tam ve şeffaf bir reform yapılması gerekliliğini açıkça ortaya koymamaktadır.
Show More (-2)
clear silmek v.
  • The African countries have asked us to clear their debts.
  • Afrika ülkeleri bizden borçlarını silmemizi istediler.
Show More (-2)
clear kurtarmak v.
  • The DNA test cleared him of all charges.
  • DNA testi onu tüm suçlamalardan kurtardı.
Show More (-2)
clear geçmek v.
  • Mary cleared the platforming section with ease.
  • Mary platform bölümünü kolaylıkla geçti.
Show More (-2)
clear bulutsuz adj.
  • Look at the clear sky.
  • Bulutsuz gökyüzüne bak.
Show More (-2)
clear suçsuz adj.
  • Tom was cleared of wrongdoing.
  • Tom suçsuz bulundu.
Show More (-2)
clear halletmek v.
  • The sooner you clear the matter up with Tom, the better.
  • Tom'la bu meseleyi ne kadar çabuk hallederseniz o kadar iyi olur.
Show More (-2)
clear açık seçik adj.
  • Let me make myself crystal clear.
  • Kendimi açık seçik ifade etmeme izin verin.
Show More (-2)