|
Kategori |
İngilizce |
Türkçe |
|
General |
|
1 |
Genel |
one in number i.
|
bir adet |
|
2 |
Genel |
one foot in the grave i.
|
bir ayağı çukurda |
|
3 |
Genel |
one in every week inspection i.
|
haftalık denetim |
|
4 |
Genel |
one skilled in the art of marking and protection of security documents i.
|
güvenlik dokümanlarının işaretlenmesi ve korunması konusunda uzman biri |
|
5 |
Genel |
hole in one i.
|
nadir başarı |
|
6 |
Genel |
hole in one i.
|
harika iş |
|
7 |
Genel |
hole in one i.
|
dikkate değer başarı |
|
8 |
Genel |
hole-in-one i.
|
nadir başarı |
|
9 |
Genel |
hole-in-one i.
|
harika iş |
|
10 |
Genel |
hole-in-one i.
|
dikkate değer başarı |
|
11 |
Genel |
have it in one f.
|
yeteneği olmak |
|
12 |
Genel |
put one´s foot in it f.
|
baltayı taşa vurmak |
|
13 |
Genel |
be guarded in what one says f.
|
lafına dikkat etmek |
|
14 |
Genel |
guarded in what one says f.
|
lafına dikkat etmek |
|
15 |
Genel |
give one a tickle in one's throat f.
|
gıcıklamak |
|
|
16 |
Genel |
give one a tickle in one's throat f.
|
gıcık vermek |
|
17 |
Genel |
give as good as one gets (in an argument) f.
|
laf altında kalmamak |
|
18 |
Genel |
(a single) get (someone) to number one in the chart f.
|
listede bir numaraya taşımak |
|
19 |
Genel |
(a single) get (someone) to number one in the chart f.
|
bir numara yapmak |
|
20 |
Genel |
(a single) get (someone) to number one in the chart f.
|
bir numaraya çıkarmak |
|
21 |
Genel |
see someone in one´s dream f.
|
rüyasında birisini görmek |
|
22 |
Genel |
see someone in one´s dream f.
|
rüyasında birini görmek |
|
23 |
Genel |
end up being the one in the wrong f.
|
haksız duruma düşmek |
|
24 |
Genel |
blind in one eye s.
|
bir gözü kör |
|
25 |
Genel |
deaf in one ear s.
|
tek kulağı sağır |
|
26 |
Genel |
triannual (three times in one year) s.
|
senede üç defa |
|
27 |
Genel |
triannual (three times in one year) s.
|
yılda üç kez |
|
28 |
Genel |
triannual (three times in one year) s.
|
yılda üç defa |
|
29 |
Genel |
triannual (three times in one year) s.
|
senede üç kez |
|
30 |
Genel |
triannual (three times in one year) s.
|
yılda üç sefer |
|
31 |
Genel |
triannual (three times in one year) s.
|
senede üç sefer |
|
32 |
Genel |
all in one package s.
|
hepsi tek pakette |
|
33 |
Genel |
colourblind in one eye s.
|
sadece tek gözü renk körü |
|
34 |
Genel |
in one respect zf.
|
bir bakıma |
|
35 |
Genel |
in one sense zf.
|
bir manada |
|
|
36 |
Genel |
in one way zf.
|
bir bakıma |
|
37 |
Genel |
in one way or another zf.
|
bir türlü |
|
38 |
Genel |
in one move zf.
|
bir hamlede |
|
39 |
Genel |
in one sense zf.
|
bir taraftan |
|
40 |
Genel |
in one sense zf.
|
bir anlamda |
|
41 |
Genel |
in one go zf.
|
bir seferde |
|
42 |
Genel |
in one go zf.
|
bir kerede |
|
43 |
Genel |
all in one breath zf.
|
hepsini bir anda |
|
44 |
Genel |
all in one breath zf.
|
bir solukta |
|
45 |
Genel |
all in one breath zf.
|
bir nefeste |
|
46 |
Genel |
in one piece zf.
|
tek parça |
|
47 |
Genel |
in one night zf.
|
bir gecede |
|
48 |
Genel |
three times in one year zf.
|
yılda üç kez |
|
49 |
Genel |
three times in one year zf.
|
senede üç defa |
|
50 |
Genel |
three times in one year zf.
|
senede üç kez |
|
51 |
Genel |
three times in one year zf.
|
yılda üç defa |
|
52 |
Genel |
three times in one year zf.
|
yılda üç sefer |
|
53 |
Genel |
three times in one year zf.
|
senede üç sefer |
|
54 |
Genel |
two in one zf.
|
ikisi bir arada |
|
55 |
Genel |
in one hand zf.
|
(kumar) tek elde |
|
56 |
Genel |
in one way or another zf.
|
o ya da bu şekilde |
|
57 |
Genel |
in one ear zf.
|
tek kulaktan |
|
58 |
Genel |
in one case zf.
|
bir keresinde |
|
59 |
Genel |
one in every three patients zm.
|
her üç hastadan biri |
|
Phrasals |
|
60 |
Öbek Fiiller |
poke (one) in (some body part) f.
|
dürtmek |
|
61 |
Öbek Fiiller |
poke (one) in (some body part) f.
|
(bir yerini) çıkarmak |
|
62 |
Öbek Fiiller |
poke (one) in (some body part) f.
|
(birisini bir yerine) bir şey sokmak/bir şey batırmak |
|
63 |
Öbek Fiiller |
close in on (one) f.
|
etrafını sarmak |
|
64 |
Öbek Fiiller |
close in on (one) f.
|
çember içine almak |
|
65 |
Öbek Fiiller |
close in on (one) f.
|
çevresini sarmak |
|
66 |
Öbek Fiiller |
close in on (one) f.
|
(duygular, düşünceler) üstüne çökmek |
|
67 |
Öbek Fiiller |
close in on (one) f.
|
(duygular, düşünceler) çepeçevre sarmak |
|
68 |
Öbek Fiiller |
close in on (one) f.
|
yaklaşmak |
|
69 |
Öbek Fiiller |
close in on (one) f.
|
eli kulağında olmak |
|
70 |
Öbek Fiiller |
confirm (one) in (something) f.
|
birisinin dinine bağlılığını kuvvetlendirecek bir dinsel ayin düzenlemek |
|
71 |
Öbek Fiiller |
confirm (one) in (something) f.
|
birisi için dini tören yapmak |
|
72 |
Öbek Fiiller |
deal (one) in f.
|
(birini) bir işe, projeye katmak |
|
73 |
Öbek Fiiller |
school (one) (in something) f.
|
(birine bir şeyde) üstünlük sağlamak |
|
74 |
Öbek Fiiller |
school (one) (in something) f.
|
(birine bir şeyde) baskın çıkmak |
|
75 |
Öbek Fiiller |
school (one) (in something) f.
|
(bir şeyde birinin) hakkından gelmek |
|
|
76 |
Öbek Fiiller |
school (one) (in something) f.
|
(bir şeyde birini) yenmek/alt etmek |
|
77 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birini bir durumda/vaziyette) ayakta tutmaya çalışmak |
|
78 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birini bir şeyde) desteklemek |
|
79 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birinin bir durumda) ayakta kalmasına yardım etmek |
|
80 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birinin bir durumda) devam etmesine yardım etmek |
|
81 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birini bir dönemde) ekonomik olarak beslemek |
|
82 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birini bir dönemde) ekonomik olarak desteklemek |
|
83 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birini bir dönemde) ekonomik olarak ayakta tutmak |
|
84 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birinin bir dönemde) ekonomik devamlılığını sağlamak |
|
85 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birine bir şeyde) ekonomik destek vermek |
|
86 |
Öbek Fiiller |
lead (one) in f.
|
(birini) içeri almak |
|
87 |
Öbek Fiiller |
lead (one) in f.
|
(birini) içeri yönlendirmek |
|
88 |
Öbek Fiiller |
mix (one) up in (something) f.
|
(birini bir şeye) dahil etmek |
|
89 |
Öbek Fiiller |
mix (one) up in (something) f.
|
(birini bir şeye) katmak |
|
90 |
Öbek Fiiller |
frighten (one) in f.
|
(birini/bir şeyi) korkutup içeri sokmak |
|
91 |
Öbek Fiiller |
frighten (one) in f.
|
(birini/bir şeyi) içeri girmesi için korkutmak |
|
92 |
Öbek Fiiller |
frighten (one) in f.
|
(birini) içeri girmesi için ikaz etmek |
|
93 |
Öbek Fiiller |
frighten (one) in f.
|
(birini/bir şeyi) içeri sokmak için gözünü korkutmak |
|
94 |
Öbek Fiiller |
ask (one) in f.
|
(birini) içeriye davet etmek |
|
95 |
Öbek Fiiller |
ask (one) in f.
|
(birini bir yere) davet etmek |
|
96 |
Öbek Fiiller |
ask (one) in f.
|
(birini) içeri/eve/bir yere almak |
|
97 |
Öbek Fiiller |
clap (one) in (something or some place) f.
|
birini bir yere/bir şeye (hapse, kodese) tıkmak |
|
98 |
Öbek Fiiller |
clap (one) in (something or some place) f.
|
birini bir yere/bir şeye (hapse, kodese) kapatmak |
|
99 |
Öbek Fiiller |
clap (one) in (something or some place) f.
|
birini bir yere/bir şeye (hapse, kodese) atmak |
|
100 |
Öbek Fiiller |
clap (one) in (something) f.
|
(birinin) ellerini/ayaklarını (kelepçeyle, iple) bağlamak |
|
101 |
Öbek Fiiller |
confide in (one) f.
|
(birine) sırrını söylemek |
|
102 |
Öbek Fiiller |
confide in (one) f.
|
(birine) güvenip sırrını açmak |
|
103 |
Öbek Fiiller |
confide in (one) f.
|
(birine) güvenip sır vermek |
|
104 |
Öbek Fiiller |
confide in (one) f.
|
(birine) güvenip içini dökmek |
|
105 |
Öbek Fiiller |
count (one) in on (something) f.
|
(birini bir şeye) dahil etmek |
|
106 |
Öbek Fiiller |
count (one) in on (something) f.
|
(birinin bir planın, etkinliğin) içinde saymak |
|
107 |
Öbek Fiiller |
count (one) in on (something) f.
|
(birine bir şeyde) yer vermek |
|
108 |
Öbek Fiiller |
count (one) in on (something) f.
|
(birini bir plana, etkinliğe) katılacakların/dahil olacakların içinde saymak |
|
109 |
Öbek Fiiller |
dangle (something) in front of (one) f.
|
(birini bir şeyle) kandırmaya çalışmak |
|
110 |
Öbek Fiiller |
dangle (something) in front of (one) f.
|
(birinin) gözünün önünde (bir şey) sallandırıp aklını çelmeye/kandırmaya çalışmak |
|
111 |
Öbek Fiiller |
deal (one) in f.
|
(birini) dahil etmek |
|
112 |
Öbek Fiiller |
embroil (one) in (something) f.
|
(birini) bir şeye (konuya/tartışmaya) karıştırmak |
|
113 |
Öbek Fiiller |
embroil (one) in (something) f.
|
(birini) bir şeye (konuya/tartışmaya) bulaştırmak |
|
114 |
Öbek Fiiller |
embroil (one) in (something) f.
|
(birini) bir şeye (konuya/tartışmaya) sokmak |
|
115 |
Öbek Fiiller |
encourage (one) in (something) f.
|
(birini bir konunda/alanda) cesaretlendirmek |
|
116 |
Öbek Fiiller |
encourage (one) in (something) f.
|
(birini bir konunda/alanda) desteklemek |
|
117 |
Öbek Fiiller |
encourage (one) in (something) f.
|
(birini bir konunda/alanda) teşvik etmek |
|
118 |
Öbek Fiiller |
encourage (one) in (something) f.
|
(birini bir konunda/alanda) gayretlendirmek |
|
119 |
Öbek Fiiller |
engage (one) in (something) f.
|
(bir iş) yapmak |
|
120 |
Öbek Fiiller |
engage (one) in (something) f.
|
(bir şeyle) meşgul olmak |
|
121 |
Öbek Fiiller |
engage (one) in (something) f.
|
(birini bir şeyin) içine çekmek |
|
122 |
Öbek Fiiller |
engage (one) in (something) f.
|
(birini bir şeye) bulaştırmak |
|
123 |
Öbek Fiiller |
engage (one) in (something) f.
|
(birini bir şeye) dahil etmek/katmak |
|
124 |
Öbek Fiiller |
engage (one) in (something) f.
|
(birini bir şeyle) oyalamak |
|
125 |
Öbek Fiiller |
engage (one) in (something) f.
|
(birini bir şeyle) meşgul etmek |
|
126 |
Öbek Fiiller |
examine (one) in (something) f.
|
(birinin bir konudaki/alandaki) bilgisini sınamak |
|
127 |
Öbek Fiiller |
examine (one) in (something) f.
|
(birini bir konuda/alanda) sınav yapmak |
|
128 |
Öbek Fiiller |
examine (one) in (something) f.
|
(birini bir şeyden) sınav yapmak |
|
129 |
Öbek Fiiller |
excite (something) in (one) f.
|
(birinde bir şey) uyandırmak |
|
130 |
Öbek Fiiller |
excite (something) in (one) f.
|
(birinde bir şeyi) tetiklemek |
|
131 |
Öbek Fiiller |
excite (something) in (one) f.
|
(birine bir şey) hissettirmek |
|
132 |
Öbek Fiiller |
exercise (one) in (something) f.
|
(birini bir konuda) eğitmek |
|
133 |
Öbek Fiiller |
exercise (one) in (something) f.
|
(birini bir şeye) çalıştırmak |
|
134 |
Öbek Fiiller |
find (one) in f.
|
(birini) evinde/iş yerinde bulmak |
|
135 |
Öbek Fiiller |
find (one) in f.
|
(birini) yerinde (ofisinde, evinde) bulmak |
|
136 |
Öbek Fiiller |
hand (something) in to (one) f.
|
(birine ödev/sınav kağıdı ) teslim etmek |
|
137 |
Öbek Fiiller |
hand (something) in to (one) f.
|
(bir şeyi birine) teslim etmek/vermek |
|
138 |
Öbek Fiiller |
include (one) in (something) f.
|
(birini bir şeye) dahil etmek |
|
139 |
Öbek Fiiller |
include (one) in (something) f.
|
(birini bir şeye) sokmak/katmak |
|
140 |
Öbek Fiiller |
include (one) in (something) f.
|
(birini bir şeyin) içine/kapsamına almak |
|
141 |
Öbek Fiiller |
include (one) in (something) f.
|
(birine bir şeyde) yer vermek |
|
142 |
Öbek Fiiller |
let (one) in on (something) f.
|
(birine) gizli/herkesin bilmediği bir sırrı açıklamak |
|
143 |
Öbek Fiiller |
let (one) in on (something) f.
|
(birini gizli bir şeye) dahil etmek |
|
144 |
Öbek Fiiller |
let (one) in on (something) f.
|
(birini bir şeyin) içine aldırmak |
|
145 |
Öbek Fiiller |
let (one) in on (something) f.
|
(birini bir şeye) ortak etmek |
|
146 |
Öbek Fiiller |
park (one) in f.
|
(birinin) arabasının arkasına/önüne/çıkışına park etmek |
|
147 |
Öbek Fiiller |
park (one) in f.
|
(birinin) arabasını park yerinde kitlemek |
|
148 |
Öbek Fiiller |
park (one) in f.
|
(birinin) park yerinden çıkışını engelleyecek şekilde park etmek |
|
149 |
Öbek Fiiller |
park (one) in f.
|
(birinin) arkasına/çıkışına/önüne park etmek |
|
150 |
Öbek Fiiller |
participate in (something) (with one) f.
|
(biriyle bir şeye) katılmak |
|
151 |
Öbek Fiiller |
participate in (something) (with one) f.
|
(biriyle bir şeye) iştirak etmek |
|
152 |
Öbek Fiiller |
pass (something) in to (one) f.
|
(birine ödev/sınav kağıdı) teslim etmek |
|
153 |
Öbek Fiiller |
pass (something) in to (one) f.
|
(bir şeyi birine) teslim etmek/vermek |
|
154 |
Öbek Fiiller |
permit (one) in (something or some place) f.
|
(birinin bir yere/bir şeye) girmesine izin vermek |
|
Phrases |
|
155 |
İfadeler |
would see (someone) in hell before (one) would (do something) expr.
|
(bir şeyi) yapmaktansa/yapacağıma cehenneme giderim daha iyi |
|
156 |
İfadeler |
would see (someone) in hell before (one) would (do something) expr.
|
(bir şeyi) yapmaktansa/yapacağıma ölürüm daha iyi |
|
157 |
İfadeler |
would see (someone) in hell before (one) would (do something) expr.
|
ölsem (bir şeyi) yapmam |
|
158 |
İfadeler |
would see (someone) in hell before (one) would (do something) expr.
|
ölürüm de (bir şeyi) yapmam |
|
159 |
İfadeler |
all in one expr.
|
aynı anda |
|
160 |
İfadeler |
in one instance expr.
|
bir defasında |
|
161 |
İfadeler |
friendship is one mind in two bodies expr.
|
dostluk aynı düşünceleri paylaşmaktır |
|
162 |
İfadeler |
one day in the not-so-distant future expr.
|
çok da uzak olmayan bir zamanda |
|
163 |
İfadeler |
we have one suspect in custody expr.
|
gözaltında bir şüpheli var |
|
164 |
İfadeler |
one in a million expr.
|
milyonda bir |
|
165 |
İfadeler |
almost one in five londoners expr.
|
londralıların neredeyse beşte biri |
|
166 |
İfadeler |
no one should be judge in his own cause expr.
|
kimse kendi davasının hakimi olamaz |
|
167 |
İfadeler |
no-one is judge in his own cause expr.
|
kimse kendi davasının hakimi olamaz |
|
168 |
İfadeler |
one may not be a judge in one’s own cause expr.
|
kimse kendi davasının hakimi olamaz |
|
169 |
İfadeler |
ever in one expr.
|
mütemadi olarak |
|
170 |
İfadeler |
last one in is a rotten egg expr.
|
son gelen çürük yumurta |
|
171 |
İfadeler |
last one in is a rotten egg expr.
|
sona kalan çürük yumurta |
|
172 |
İfadeler |
in one body expr.
|
topyekun |
|
173 |
İfadeler |
one in half a million expr.
|
yarım milyonda bir |
|
174 |
İfadeler |
three in one expr.
|
üçü bir arada |
|
175 |
İfadeler |
in (all) fairness (to one) expr.
|
doğrusu |
|
176 |
İfadeler |
in (all) fairness (to one) expr.
|
doğruyu söylemek gerekirse |
|
177 |
İfadeler |
in (all) fairness (to one) expr.
|
ne yalan söyleyeyim |
|
178 |
İfadeler |
in one regard expr.
|
bir açıdan |
|
179 |
İfadeler |
in contact with (one) expr.
|
(biriyle) temas halinde |
|
180 |
İfadeler |
in contact with (one) expr.
|
(biriyle) iletişim içerisinde |
|
181 |
İfadeler |
in contact with (one) expr.
|
(biriyle) irtibat halinde |
|
182 |
İfadeler |
in contact with (one) expr.
|
(biriyle) iletişim/temas/irtibat kurmuş |
|
183 |
İfadeler |
in contact with (one) expr.
|
(biriyle) iletişime/irtibata/temasa geçmiş |
|
184 |
İfadeler |
in the interest of (one) expr.
|
(birinin) yararına |
|
185 |
İfadeler |
in the interest of (one) expr.
|
(birinin) menfaatine |
|
Proverb |
|
186 |
Atasözü |
in the country of the blind the one-eyed man is king
|
koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi denir |
|
187 |
Atasözü |
in the country of the blind the one-eyed man is king
|
koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi derler |
|
188 |
Atasözü |
in the country of the blind, the one-eyed man is king
|
körler ülkesinde tek gözü olan adam kral olur |
|
189 |
Atasözü |
in the country of the blind the one-eyed man is king
|
körler ülkesinde şaşılar kral olur |
|
190 |
Atasözü |
one cannot be in two places at once
|
on tane elim yok. her yere aynı anda koşamam/yetişemem |
|
191 |
Atasözü |
(one) does not wash (one's) dirty linen in public
|
(biri) kirli çamaşırlarını ortaya dökmez |
|
192 |
Atasözü |
(one) does not wash (one's) dirty linen in public
|
(biri) her şeyini/özel hayatını herkesin içinde anlatmaz |
|
193 |
Atasözü |
(one) has made (one's) bed and (one) will have to lie in it
|
kendi düşen ağlamaz |
|
194 |
Atasözü |
(one) made (one's) bed and (one) has to lie in it
|
kendi düşen ağlamaz |
|
195 |
Atasözü |
(one) made (one's) bed and (one) must lie in it
|
kendi düşen ağlamaz |
|
196 |
Atasözü |
you can't sit in two chairs with one butt
|
aynı anda her yere yetişemezsin |
|
197 |
Atasözü |
you can't sit in two chairs with one butt
|
aynı anda bir çok işi yapamazsın |
|
198 |
Atasözü |
you can't sit in two chairs with one butt
|
iki şey aynı anda yapılamaz |
|
199 |
Atasözü |
you can't sit in two chairs with one butt
|
ikisinden birini seçmesi gerek |
|
Colloquial |
|
200 |
Konuşma Dili |
a one in a thousand chance i.
|
binde bir şans |
|
201 |
Konuşma Dili |
one day in the not-so-distant future i.
|
çok da uzak olmayan gelecekteki bir gün (orta vadede bir gün) |
|
202 |
Konuşma Dili |
four seasons in one day i.
|
bir günde dört mevsim |
|
203 |
Konuşma Dili |
four seasons in one day i.
|
çok hızlı değişen hava |
|
204 |
Konuşma Dili |
four seasons in one day i.
|
tutarsız hava şartları |
|
205 |
Konuşma Dili |
four seasons in one day i.
|
değişken hava şartları |
|
206 |
Konuşma Dili |
four seasons in one day i.
|
gün içinde sürekli değişen hava şartları |
|
207 |
Konuşma Dili |
four seasons in one day i.
|
dengesiz hava |
|
208 |
Konuşma Dili |
one shot in (one's) locker [old-fashioned] i.
|
(birinin) son şansı/fırsatı |
|
209 |
Konuşma Dili |
one shot in (one's) locker [old-fashioned] i.
|
(birinin) tek atımlık/son kurşunu |
|
210 |
Konuşma Dili |
one shot in your locker i.
|
son şansın/fırsatın |
|
211 |
Konuşma Dili |
one shot in your locker i.
|
tek atımlık/son kurşunun |
|
212 |
Konuşma Dili |
anything in it for (one) i.
|
(birinin) herhangi bir kazancı |
|
213 |
Konuşma Dili |
anything in it for (one) i.
|
(birinin) herhangi bir çıkarı |
|
214 |
Konuşma Dili |
anything in it for (one) i.
|
(birinin) çıkarına/yararına olabilecek bir şey |
|
215 |
Konuşma Dili |
have one thing in common f.
|
bir ortak noktası olmak |
|
216 |
Konuşma Dili |
go in one ear and out the other f.
|
bir kulağından girip öteki kulağından çıkmak |
|
217 |
Konuşma Dili |
place all your eggs in one basket f.
|
her şeyini riske atmak |
|
218 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi anında bilmek |
|
219 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi ilk denemede bilmek |
|
220 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi ilk seferde bilmek |
|
221 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi ilk seferde doğru tahmin etmek |
|
222 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi hemen çözmek |
|
223 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi hemen anlamak |
|
224 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi ilk bakışta anlamak |
|
225 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi bir bakışta anlamak |
|
226 |
Konuşma Dili |
have got it in (one) f.
|
(birinin) içinde olmak |
|
227 |
Konuşma Dili |
have got it in (one) f.
|
belli bir yeteneğe sahip olmak |
|
228 |
Konuşma Dili |
have got it in (one) f.
|
bir yeteneği içinde barındırmak |
|
229 |
Konuşma Dili |
put (one) in power f.
|
(birini) yönetime/iktidara getirmek |
|
230 |
Konuşma Dili |
clue (one) in f.
|
(birini) bilgilendirmek |
|
231 |
Konuşma Dili |
clue (one) in f.
|
(birine) bilgi vermek |
|
232 |
Konuşma Dili |
clue (one) in f.
|
(birini) aydınlatmak |
|
233 |
Konuşma Dili |
clue (one) in f.
|
(birine) doğru bilgiyi vermek |
|
234 |
Konuşma Dili |
clue (one) in f.
|
(birinin) yanlış bildiklerini düzeltmek |
|
235 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
birinin bir şey yapma yeteneği olmak |
|
236 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
bir şey yapma becerisi birinin içinde olmak |
|
237 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
bir şey yapma yeteneğini içinde barındırmak |
|
238 |
Konuşma Dili |
have it in one to do f.
|
yapma yeteneği olmak |
|
239 |
Konuşma Dili |
have it in one to do f.
|
yapma becerisine sahip olmak |
|
240 |
Konuşma Dili |
have it in one to do f.
|
yapmak birinin içinde olmak |
|
241 |
Konuşma Dili |
have it in one to do f.
|
yapma yeteneğini içinde barındırmak |
|
242 |
Konuşma Dili |
have it in one to do f.
|
yapma kapasitesi olmak |
|
243 |
Konuşma Dili |
have it in one to do f.
|
yapma potansiyeli olmak |
|
244 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
bir şey yapma yeteneği olmak |
|
245 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
bir şey yapma becerisine sahip olmak |
|
246 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
bir şey yapmak birinin içinde olmak |
|
247 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
bir şey yapma kapasitesi olmak |
|
248 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
bir şey yapma potansiyeli olmak |
|
249 |
Konuşma Dili |
in one form or another expr.
|
bir şekilde |
|
250 |
Konuşma Dili |
in one gulp expr.
|
bir dikişte (içmek) |
|
251 |
Konuşma Dili |
got it in one expr.
|
doğru tahmin ettin |
|
252 |
Konuşma Dili |
all in one expr.
|
hepsi bir arada |
|
253 |
Konuşma Dili |
all in one expr.
|
hem ... hem de |
|
254 |
Konuşma Dili |
all rolled in one expr.
|
hepsi bir arada |
|
255 |
Konuşma Dili |
in one form or another expr.
|
o veya bu şekilde |
|
256 |
Konuşma Dili |
all in one piece expr.
|
sapasağlam |
|
257 |
Konuşma Dili |
all in one piece expr.
|
tek parça halinde |
|
258 |
Konuşma Dili |
in one gulp expr.
|
tek yudumda (içmek) |
|
259 |
Konuşma Dili |
got it in one expr.
|
tam üstüne bastın |
|
260 |
Konuşma Dili |
got it in one expr.
|
tam isabet |
|
261 |
Konuşma Dili |
in one piece expr.
|
tek parça halinde |
|
262 |
Konuşma Dili |
in one piece expr.
|
tek parça olarak |
|
263 |
Konuşma Dili |
all in one expr.
|
tümü bir arada |
|
264 |
Konuşma Dili |
all in one piece expr.
|
zarar görmemiş |
|
265 |
Konuşma Dili |
in one go [uk] expr.
|
bir seferde |
|
266 |
Konuşma Dili |
in one go [uk] expr.
|
bir kerede |
|
267 |
Konuşma Dili |
in one go [uk] expr.
|
bir defada |
|
268 |
Konuşma Dili |
in one go [uk] expr.
|
bir gidişte |
|
269 |
Konuşma Dili |
in one go [uk] expr.
|
bir oturuşta |
|
270 |
Konuşma Dili |
no one in his/her/their right mind would (do something) expr.
|
(bir şeyi yapmak) akıllı işi değil |
|
271 |
Konuşma Dili |
no one in his/her/their right mind would (do something) expr.
|
aklı başında olan hiç kimse (bir şeyi yapmaz) |
|
272 |
Konuşma Dili |
in one hell of a hurry expr.
|
çok acele içerisinde |
|
273 |
Konuşma Dili |
in more ways than one expr.
|
birçok açıdan |
|
274 |
Konuşma Dili |
in more ways than one expr.
|
birden fazla yönden |
|
275 |
Konuşma Dili |
in more ways than one expr.
|
birçok yönden |
|
276 |
Konuşma Dili |
in more ways than one expr.
|
birçok anlamda |
|
277 |
Konuşma Dili |
in more ways than one expr.
|
birden fazla anlamda |
|
278 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
bir çırpıda |
|
279 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
bir hamlede |
|
280 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
tek hareketle |
|
281 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
aynı anda |
|
282 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
tek vuruşta |
|
283 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
aynı zamanda |
|
284 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
bir kerde |
|
285 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
tek seferde |
|
286 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
bir oturuşta |
|
287 |
Konuşma Dili |
got it in one expr.
|
doğru tahmin ettin |
|
288 |
Konuşma Dili |
got it in one expr.
|
tam isabet |
|
289 |
Konuşma Dili |
got it in one expr.
|
tam üstüne bastın |
|
290 |
Konuşma Dili |
you've got it in one [uk] expr.
|
doğru tahmin ettin |
|
291 |
Konuşma Dili |
you've got it in one [uk] expr.
|
tam isabet |
|
292 |
Konuşma Dili |
you've got it in one [uk] expr.
|
tam üstüne bastın |
|
293 |
Konuşma Dili |
in bad with (one) expr.
|
(biriyle) sorunlu |
|
294 |
Konuşma Dili |
in bad with (one) expr.
|
(biriyle) arası kötü/bozuk |
|
295 |
Konuşma Dili |
in bad with (one) expr.
|
(birinin) gözünden düşmüş |
|
296 |
Konuşma Dili |
in bad with (one) expr.
|
(biriyle) arası açık |
|
297 |
Konuşma Dili |
in bad with (one) expr.
|
(biriyle) kötü |
|
298 |
Konuşma Dili |
nothing in it for (one) expr.
|
(birine) bir faydası yok |
|
299 |
Konuşma Dili |
nothing in it for (one) expr.
|
(birinin) eline geçen bir şey yok |
|
300 |
Konuşma Dili |
what's in it for (one)? expr.
|
bundan (birinin) çıkarı ne olacak? |
|
301 |
Konuşma Dili |
what's in it for (one)? expr.
|
(birine) ne faydası var? |
|
Idioms |
|
302 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
milyonda bir ihtimal |
|
303 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
milyonda bir ihtimal |
|
304 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
çok düşük bir ihtimal |
|
305 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
çok düşük bir ihtimal |
|
306 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
çok uzak ihtimal |
|
307 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
çok uzak ihtimal |
|
308 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
yok denecek kadar az şans |
|
309 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
yok denecek kadar az şans |
|
310 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
çok zayıf ihtimal |
|
311 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
çok zayıf ihtimal |
|
312 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
binde bir çıkacak fırsat |
|
313 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
çok zor/zayıf ihtimal |
|
314 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
şansı/fırsatı/olasılığı binde bir olma |
|
315 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
binde bir çıkacak fırsat |
|
316 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
çok zor/zayıf ihtimal |
|
317 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
şansı/fırsatı/olasılığı binde bir olma |
|
318 |
Deyim |
one in the eye for i.
|
kulağına küpe |
|
319 |
Deyim |
hole in one i.
|
tek/ilk seferde başarma |
|
320 |
Deyim |
one in the oven i.
|
anne karnındaki bebek |
|
321 |
Deyim |
one in the oven i.
|
beklenen bebek |
|
322 |
Deyim |
one in the oven i.
|
henüz doğmamış bebek |
|
323 |
Deyim |
put all your eggs in one basket f.
|
tek bir şeye bel bağlamak |
|
324 |
Deyim |
give one the lie in his throat f.
|
yalanını yüzüne vurmak |
|
325 |
Deyim |
leave one in the lurch f.
|
birini yüzüstü bırakmak |
|
326 |
Deyim |
leave one out in the cold f.
|
ihmal etmek |
|
327 |
Deyim |
lie in one f.
|
hakimiyeti altında olmak |
|
328 |
Deyim |
pay one in his own coin f.
|
misilleme yapmak |
|
329 |
Deyim |
stand one in hand f.
|
birini ilgilendirmek |
|
330 |
Deyim |
lie in one f.
|
ait olmak |
|
331 |
Deyim |
stand one in hand f.
|
birini etkilemek |
|
332 |
Deyim |
leave one out in the cold f.
|
boşlamak |
|
333 |
Deyim |
leave one in the lurch f.
|
terk etmek |
|
334 |
Deyim |
leave one in the lurch f.
|
zor durumda bırakmak |
|
335 |
Deyim |
need (something) (about) as much as (one) needs a hole in the head f.
|
hiç ihtiyacı/gereği olmamak |
|
336 |
Deyim |
need (something) (about) as much as (one) needs a hole in the head f.
|
hiçbir şekilde ihtiyaç/gerek/lüzum duymamak |
|
337 |
Deyim |
be with (one) in spirit f.
|
(biri) hep aklında/kalbinde olmak |
|
338 |
Deyim |
be with (one) in spirit f.
|
(birini) hep yüreğinde/kalbinde taşımak |
|
339 |
Deyim |
be with (one) in spirit f.
|
aklı/yüreği/kalbi/ruhen (biriyle) olmak |
|
340 |
Deyim |
be with (one) in spirit f.
|
sevgilerini/iyi dileklerini göndermek |
|
341 |
Deyim |
dangle a carrot in front of (one) f.
|
bir ödül karşılığında kandırmaya çalışmak |
|
342 |
Deyim |
dangle a carrot in front of (one) f.
|
mükafat vaat ederek bir işi yaptırmaya çalışmak |
|
343 |
Deyim |
dangle a carrot in front of (one) f.
|
bir mükafatla teşvik etmek |
|
344 |
Deyim |
dangle a carrot in front of (one) f.
|
bir ödülle motive etmek |
|
345 |
Deyim |
carry fire in one hand and water in the other f.
|
iki yüzlü olmak |
|
346 |
Deyim |
carry fire in one hand and water in the other f.
|
iki yüzlü davranmak |
|
347 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
suçüstü yakalamak |
|
348 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
para çalarken yakalamak |
|
349 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
para çaldığını anlamak |
|
350 |
Deyim |
need (something) (about) as much as (one) needs a hole in the head f.
|
bir şeye zerre kadar ihtiyacı olmamak |
|
351 |
Deyim |
need (something) (about) as much as (one) needs a hole in the head f.
|
bir şeye hiçbir şekilde gereksinim duymamak |
|
352 |
Deyim |
need (something) (about) as much as (one) needs a hole in the head f.
|
bir şeyin en ufak eksikliğini çekmemek |
|
353 |
Deyim |
need (something) (about) as much as (one) needs a hole in the head f.
|
bir şeye kesinlikle lüzum duymamak |
|
354 |
Deyim |
barely put one foot in front of the other f.
|
adım atacak hali olmamak |
|
355 |
Deyim |
hardly put one foot in front of the other f.
|
adım atacak hali olmamak |
|
356 |
Deyim |
stop one dead in one's tracks f.
|
aniden durmak |
|
357 |
Deyim |
stop one dead in tracks f.
|
aniden durmak |
|
358 |
Deyim |
go in at one ear and out at the other f.
|
bir kulağından girip öbüründen çıkmak |
|
359 |
Deyim |
talk until one is blue in the face f.
|
bitap düşene kadar konuşmak |
|
360 |
Deyim |
have one in the oven f.
|
bebek beklemek |
|
361 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
bir ayağı çukurda olmak |
|
362 |
Deyim |
have it in one f.
|
beceriye sahip olmak |
|
363 |
Deyim |
leave one out in the cold f.
|
birine soğuk yapmak |
|
364 |
Deyim |
keep one in one's place f.
|
birini yerinde/mevkisinde/görevinde tutmak |
|
365 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
bir gözü toprağa bakmak |
|
366 |
Deyim |
give one lump in one's throat f.
|
boğazını düğümlemek |
|
367 |
Deyim |
have one in the oven f.
|
bir bebeğe hamile olmak |
|
368 |
Deyim |
go in at one ear and out at the other f.
|
bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak |
|
369 |
Deyim |
complain till one is blue in the face f.
|
başının etini yemek |
|
370 |
Deyim |
go in one ear and out the other f.
|
bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak |
|
371 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
bir ayağı mezarda olmak |
|
372 |
Deyim |
talk until one is blue in the face f.
|
dili damağı kurumak |
|
373 |
Deyim |
stop one dead in one's tracks f.
|
donakalmak |
|
374 |
Deyim |
stop one dead in tracks f.
|
donakalmak |
|
375 |
Deyim |
have it in one f.
|
gerekli cesareti olmak |
|
376 |
Deyim |
have as much chance as a one-legged man in a butt kicking contest f.
|
hiç şansı olmamak |
|
377 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
elden ayaktan düşmek |
|
378 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
gidici olmak |
|
379 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
gözü toprağa bakmak |
|
380 |
Deyim |
put one foot in front of the other f.
|
işleri dikkatlice ve sırasıyla yapmak/kitabına göre yapmak |
|
381 |
Deyim |
make somebody putty in one´s hands f.
|
muma çevirmek |
|
382 |
Deyim |
make somebody putty in one´s hands f.
|
muma döndürmek |
|
383 |
Deyim |
burn one's bridges in front of one f.
|
kendi kendini yakmak |
|
384 |
Deyim |
make somebody putty in one´s hands f.
|
mum etmek |
|
385 |
Deyim |
be one in the eye for somebody f.
|
kapak olmak |
|
386 |
Deyim |
complain till one is blue in the face f.
|
makineli tüfek gibi konuşmak |
|
387 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
ölüme yakın olmak |
|
388 |
Deyim |
pay one back in his own coin f.
|
öcünü almak |
|
389 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
ölüme yaklaşmış olmak |
|
390 |
Deyim |
have just one oar in the water f.
|
kafası karışık olmak |
|
391 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
ölmek üzere olmak |
|
392 |
Deyim |
have just one oar in the water f.
|
salim kafayla düşünememek |
|
393 |
Deyim |
complain till one is blue in the face f.
|
sürekli dırdır etmek |
|
394 |
Deyim |
have just one oar in the water f.
|
sağlıklı düşünememek |
|
395 |
Deyim |
put all one's eggs in one basket f.
|
sermayeyi kediye yüklemek |
|
396 |
Deyim |
leave one out in the cold f.
|
soğuk davranmak |
|
397 |
Deyim |
put one foot in front of the other f.
|
(hata yapmamak adına) adımlarını dikkatli atmak |
|
398 |
Deyim |
leave one out in the cold f.
|
yüz vermemek |
|
399 |
Deyim |
put one foot in front of the other f.
|
zar zor adım atmak |
|
400 |
Deyim |
put all one's eggs in one basket f.
|
varını yoğunu tehlikeye atmak |
|
401 |
Deyim |
be up to one' ears in something f.
|
(bir şeye) gırtlağına kadar batmış olmak |
|
402 |
Deyim |
have it in one f.
|
yeteneği olmak |
|
403 |
Deyim |
put one foot in front of the other f.
|
zorla adım atmak |
|
404 |
Deyim |
be up to one' ears in something f.
|
(yoğunluktan vb) bir şeye gömülmüş olmak |
|
405 |
Deyim |
put all one's eggs in one basket f.
|
varını yoğunu riske atmak |
|
406 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
kariyerinin zirvesindeyken ölmek |
|
407 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
hayatının baharında ölmek |
|
408 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
hayatının en parlak evresinde ölmek |
|
409 |
Deyim |
cut (one) off in (one's) prime f.
|
kariyerinin zirvesindeyken ölmek |
|
410 |
Deyim |
cut (one) off in (one's) prime f.
|
hayatının baharında ölmek |
|
411 |
Deyim |
cut (one) off in (one's) prime f.
|
hayatının en parlak evresinde ölmek |
|
412 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
bir şeyin yarıda kesilmesine neden olmak |
|
413 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
yarıda kesilmek |
|
414 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
en parlak/başarılı döneminde bir engelle karşılaşmak |
|
415 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
en parlak/başarılı dönemi yarıda kalmak |
|
416 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
en güzel zamanların yarıda kalmasına neden olmak |
|
417 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
zirvede bırakmak zorunda kalmak |
|
418 |
Deyim |
hit (one) in the eye f.
|
(birinin) gözünü almak |
|
419 |
Deyim |
hit (one) in the eye f.
|
(birinin) gözünü kamaştırmak |
|
420 |
Deyim |
hit (one) in the eye f.
|
(birinin) ilgisini çekmek |
|
421 |
Deyim |
hit (one) in the eye f.
|
(birinin) gözüne çarpmak |
|
422 |
Deyim |
find (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) suçüstü yakalamak |
|
423 |
Deyim |
find (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) iş üstünde yakalamak |
|
424 |
Deyim |
find (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) para çalarken yakalamak |
|
425 |
Deyim |
find (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) iş yerinden para çalarken yakalamak |
|
426 |
Deyim |
find (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) iş yerinden para sızdırırken yakalamak |
|
427 |
Deyim |
find (one) with (one's) hand in the till f.
|
(birini) suçüstü yakalamak |
|
428 |
Deyim |
find (one) with (one's) hand in the till f.
|
(birini) iş üstünde yakalamak |
|
429 |
Deyim |
find (one) with (one's) hand in the till f.
|
(birini) para çalarken yakalamak |
|
430 |
Deyim |
find (one) with (one's) hand in the till f.
|
(birini) iş yerinden para çalarken yakalamak |
|
431 |
Deyim |
find (one) with (one's) hand in the till f.
|
(birini) iş yerinden para sızdırırken yakalamak |
|
432 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) suçüstü yakalamak/basmak |
|
433 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) iş üstünde yakalamak/basmak |
|
434 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) para çalarken yakalamak/basmak |
|
435 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) iş yerinden para çalarken yakalamak/enselemek |
|
436 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) iş yerinden para sızdırırken yakalamak/enselemek |
|
437 |
Deyim |
have (one) in fits f.
|
(birini) kahkahalarla güldürmek |
|
438 |
Deyim |
have (one) in fits f.
|
(birini) kahkahalara boğmak |
|
439 |
Deyim |
have (one) in fits f.
|
(birini) çok güldürmek |
|
440 |
Deyim |
have (one) in fits f.
|
(birini) gülmekten yerlere yatırmak |
|
441 |
Deyim |
have (one) in fits f.
|
(birini) gülmekten öldürmek |
|
442 |
Deyim |
do (one) in the eye f.
|
(birinin) yoluna taş koymak |
|
443 |
Deyim |
do (one) in the eye f.
|
(birinin) gözünü oymak |
|
444 |
Deyim |
do (one) in the eye f.
|
(birinin) işine çomak sokmak |
|
445 |
Deyim |
do (one) in the eye f.
|
(birinin) işini baltalamak |
|
446 |
Deyim |
do (one) in the eye f.
|
(birinin) hakkını yemek |
|
447 |
Deyim |
point (one) in the right direction f.
|
(birine) doğru yolu/yönü göstermek |
|
448 |
Deyim |
point (one) in the right direction f.
|
(birine) yolu göstermek |
|
449 |
Deyim |
point (one) in the right direction f.
|
(birine) yolu/yönü işaret etmek |
|
450 |
Deyim |
point (one) in the right direction f.
|
(birine) yolu/yönü işaret ederek göstermek |
|
451 |
Deyim |
pay (one) back in kind f.
|
yaptığı kötülüğün karşılığını (birine) aynı biçimde ödetmek |
|
452 |
Deyim |
pay (one) back in kind f.
|
(biriyle) ödeşmek |
|
453 |
Deyim |
pay (one) back in kind f.
|
(birine) misillemede bulunmak |
|
454 |
Deyim |
pay (one) back in kind f.
|
(birine) kısasa kısas yapmak |
|
455 |
Deyim |
pay (one) back in kind f.
|
kana kan/göze göz/dişe diş istemek |
|
456 |
Deyim |
be in good odor with (one) f.
|
(biriyle) arası iyi olmak |
|
457 |
Deyim |
be in good odor with (one) f.
|
(biriyle) iyi anlaşmak |
|
458 |
Deyim |
be in good odor with (one) f.
|
(biriyle) ilişkisi iyi olmak |
|
459 |
Deyim |
be in good odor with (one) f.
|
(birinin) gözdesi olmak |
|
460 |
Deyim |
be in good odor with (one) f.
|
(biriyle) iyi geçinmek |
|
461 |
Deyim |
do something in/at one sitting f.
|
bir oturuşta yapmak |
|
462 |
Deyim |
do something in/at one sitting f.
|
bir seferde yapmak |
|
463 |
Deyim |
be in the bad graces of (one) f.
|
(birinin) gözünden düşmek |
|
464 |
Deyim |
be in the bad graces of (one) f.
|
(birinin) hoşnutsuzluğunu kazanmak |
|
465 |
Deyim |
be in the bad graces of (one) f.
|
(birinin) saygısını kaybetmek |
|
466 |
Deyim |
have (something) in store (for one) f.
|
(biri için bir şeyi) bekletmek |
|
467 |
Deyim |
have (something) in store (for one) f.
|
(biri için bir şeyi) hazır bulundurmak |
|
468 |
Deyim |
catch (one) with (one's) hand in the till f.
|
(birini) kendi iş yerinden/iş vereninden para çalarken yakalamak |
|
469 |
Deyim |
see (one) in hell before (doing something) f.
|
dünyada yapmam |
|
470 |
Deyim |
see (one) in hell before (doing something) f.
|
imkanı yok yapmam |
|
471 |
Deyim |
see (one) in hell before (doing something) f.
|
yapmam imkansız |
|
472 |
Deyim |
see (one) in hell before (doing something) f.
|
alsa yapmam |
|
473 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeye) hiç ihtiyacı olmamak |
|
474 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeye) hiçbir şekilde ihtiyaç/istek/lüzum duymamak |
|
475 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeyi) zerre kadar istememek |
|
476 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeye) hiçbir şekilde gereksinim duymamak |
|
477 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeyin) en ufak eksikliğini çekmemek |
|
478 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeye) kesinlikle lüzum/istek duymamak |
|
479 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeye) karşı hiç istek duymamak |
|
480 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeyi) hiç ama hiç istememek |
|
481 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şey) istediği/ihtiyaç duyduğu en son şey olmak |
|
482 |
Deyim |
hold (something) in store (for one) f.
|
(biri için bir şeyi) bekletmek |
|
483 |
Deyim |
hold (something) in store (for one) f.
|
(biri için bir şeyi) hazır bulundurmak |
|
484 |
Deyim |
be looking (one) in the face f.
|
kaçınılmaz olmak |
|
485 |
Deyim |
be looking (one) in the face f.
|
önlenemez hale gelmek |
|
486 |
Deyim |
be looking (one) in the face f.
|
olması/problem yaratması neredeyse kesin olmak |
|
487 |
Deyim |
be looking (one) in the face f.
|
belli olmak |
|
488 |
Deyim |
be looking (one) in the face f.
|
gün gibi ortada/açık olmak |
|
489 |
Deyim |
be looking (one) in the face f.
|
gözünün önünde olmak |
|
490 |
Deyim |
lay (one) out in lavender [obsolete] f.
|
ölü bir bedeni gömülmeye hazırlamak |
|
491 |
Deyim |
lay (one) out in lavender [obsolete] f.
|
(birini) öldürmek |
|
492 |
Deyim |
lay (one) out in lavender [obsolete] f.
|
canına okumak |
|
493 |
Deyim |
lay (one) out in lavender [obsolete] f.
|
fırça atmak |
|
494 |
Deyim |
take (one) in tow f.
|
(birine) yardım etmek |
|
495 |
Deyim |
take (one) in tow f.
|
(birine) yol göstermek |
|
496 |
Deyim |
take (one) in tow f.
|
(birine) rehberlik etmek |
|
497 |
Deyim |
put (one) in a bad mood f.
|
(birinin) keyfini kaçırmak |
|
498 |
Deyim |
put (one) in a bad mood f.
|
(birini) mutsuz etmek |
|
499 |
Deyim |
put (one) in a bad mood f.
|
(birini) kızdırmak |
|
500 |
Deyim |
put (one) in the way of (something) f.
|
(birine bir şeye) ulaşma şansı vermek |
|