|
Catégorie |
Turc |
Anglais |
|
| Common Usage |
|
| 1 |
Common Usage |
sadece |
solely adv.
|
|
It is not solely a problem for African women.
Sadece Afrikalı kadınların sorunu değildir.
More Sentences
|
| 2 |
Common Usage |
sadece |
merely adv.
|
|
He is merely an employee; he doesn't make the decisions.
O sadece bir çalışan, kararları o vermiyor.
More Sentences
|
| 3 |
Common Usage |
sadece |
only adv.
|
|
There are only five of this model left.
Bu modelden sadece beş tane kaldı.
More Sentences
|
| 4 |
Common Usage |
sadece |
just adj.
|
|
| General |
|
| 5 |
General |
syr (sadece yangın rizikosu) |
fro n.
|
|
Our insurance covers fro.
Sigortamız SYR'yi de kapsamaktadır.
More Sentences
|
| 6 |
General |
sadece sormak |
just ask v.
|
|
Even just asking questions can have an important effect.
Sadece soru sormanın bile önemli bir etkisi olabilir.
More Sentences
|
| 7 |
General |
sadece |
mere adj.
|
|
It took me a mere 5 minutes to finish the task.
Bu işi bitirmem sadece beş dakika sürdü.
More Sentences
|
| 8 |
General |
sadece |
sole adj.
|
|
This aid was created with the sole aim of compensating for price reductions.
Bu yardım sadece fiyat düşüşlerini telafi etmek amacıyla oluşturulmuştur.
More Sentences
|
| 9 |
General |
sadece |
bare adj.
|
|
I caught a big fish yesterday with my bare hands.
Dün sadece ellerimle büyük bir balık yakaladım.
More Sentences
|
| 10 |
General |
sadece |
nothing more than adv.
|
|
The Internet, Minitel, the post are nothing more than the medium.
İnternet, Minitel, posta sadece birer araçtır.
More Sentences
|
| 11 |
General |
sadece |
not only adv.
|
|
A bit of both would not only lack credibility, but is also practically impossible.
Her ikisinden de biraz olması sadece inandırıcılıktan yoksun olmakla kalmaz, aynı zamanda pratik olarak da imkansızdır.
More Sentences
|
| 12 |
General |
sadece |
exclusively adv.
|
|
I would remind Members that this is exclusively Question Time.
Üyelere bunun sadece Soru Zamanı olduğunu hatırlatmak isterim.
More Sentences
|
| 13 |
General |
sadece |
but adv.
|
|
This is but one side of the story.
Bu, hikâyenin sadece bir tarafı.
More Sentences
|
| 14 |
General |
sadece |
nothing but adv.
|
|
The compromise text of last December and nothing but the compromise text.
Geçen Aralık ayındaki uzlaşma metni, sadece ve sadece uzlaşma metni.
More Sentences
|
| 15 |
General |
sadece |
purely adv.
|
|
These are not purely rhetorical demands.
Bunlar sadece retorik talepler değildir.
More Sentences
|
| 16 |
General |
sadece |
only adv.
|
|
Such inefficiency and laxness only lead to a further influx of bogus asylum seekers.
Bu tür bir verimsizlik ve gevşeklik sadece sahte sığınmacıların daha fazla akın etmesine yol açar.
More Sentences
|
| 17 |
General |
sadece |
alone adv.
|
|
We must not focus the problems on this aspect alone.
Sorunları sadece bu boyuta odaklamamalıyız.
More Sentences
|
| 18 |
General |
sadece |
simply adv.
|
|
My job is not simply to manage people but to help them grow professionally.
Benim işim sadece insanları yönetmek değil, onların profesyonel olarak büyümelerine de yardımcı olmak.
More Sentences
|
| 19 |
General |
sadece |
merely adv.
|
|
With fish, we merely hunt them down.
Balıklarla sadece onları avlıyoruz.
More Sentences
|
|
|
| 20 |
General |
sadece bir kez |
only once adv.
|
|
I want to use it only once.
Sadece bir kez kullanmak istiyorum.
More Sentences
|
| 21 |
General |
sadece bir kere |
only once adv.
|
|
Tom has done that only once.
Tom onu sadece bir kere yaptı.
More Sentences
|
| 22 |
General |
sadece bir defa |
only once adv.
|
|
Tom has done that only once.
Tom onu sadece bir defa yaptı.
More Sentences
|
| 23 |
General |
sadece ve sadece |
purely and simply adv.
|
|
They are purely and simply savings products and should be treated as such.
Bunlar sadece ve sadece tasarruf ürünleridir ve bu şekilde ele alınmalıdır.
More Sentences
|
| 24 |
General |
sadece bir saat |
just an hour adv.
|
|
The Fruit Loop is just an hour away from Oregon's largest city, Portland.
Fruit Loop, Oregon'un en büyük şehri Portland'a sadece bir saat uzaklıktadır.
More Sentences
|
| 25 |
General |
sadece |
sole adv.
|
|
Inflexibility and an unwillingness to compromise are really not the sole preserve of the Americans.
Esnek olmamak ve uzlaşmaya yanaşmamak sadece Amerikalıların tekelinde değildir.
More Sentences
|
| 26 |
General |
sadece |
strictly adv.
|
|
This arrangement is strictly between us; no one else needs to know.
Bu anlaşma sadece ikimizin arasında; başka kimsenin bilmesine gerek yok.
More Sentences
|
| 27 |
General |
sadece |
all pron.
|
|
All you need is a bicycle to commute.
İşe gidip gelmek için ihtiyacınız olan sadece bir bisiklet.
More Sentences
|
| 28 |
General |
sadece |
only if conj.
|
|
Only if the European Union has added value in the foreign policy field is an operation worth considering.
Sadece Avrupa Birliği'nin dış politika alanında katma değer yaratması halinde dikkate alınmaya değer bir operasyondur.
More Sentences
|
| Phrases |
|
| 29 |
Phrases |
sadece |
nothing else expr.
|
|
Strive only for self-interest and nothing else.
Sadece kendi çıkarınız için çabalayın, başka bir şey için değil.
More Sentences
|
| Colloquial |
|
| 30 |
Colloquial |
(sadece) iyi arkadaş olmak |
be (just) good friends v.
|
|
I know Tom and Mary used to be good friends.
Tom ve Mary'nin eskiden iyi arkadaş olduklarını biliyorum.
More Sentences
|
| 31 |
Colloquial |
sadece |
just a mere expr.
|
|
I'm not a real fish, I'm just a mere plushy.
Ben gerçek bir balık değilim, sadece bir peluşum.
More Sentences
|
| 32 |
Colloquial |
sadece hayal et |
just imagine expr.
|
|
Just imagine and share your dream with us.
Sadece hayal edin ve hayalinizi bizimle paylaşın.
More Sentences
|
| 33 |
Colloquial |
sadece rahatla |
just relax expr.
|
|
Just relax and have confidence in them.
Sadece rahatlayın ve onlara güvenin.
More Sentences
|
| 34 |
Colloquial |
sadece ben |
just me expr.
|
|
It's not just me I have to think about.
Düşünmem gereken sadece ben değilim.
More Sentences
|
| 35 |
Colloquial |
sadece geçiyorduk |
just passing through expr.
|
|
Tom is just passing through.
Tom sadece geçiyor.
More Sentences
|
| 36 |
Colloquial |
sadece merak ettim |
just wondering expr.
|
|
Like I said, I am just wondering.
Dediğim gibi, sadece merak ediyorum.
More Sentences
|
| 37 |
Colloquial |
sadece izle! |
just (you) watch! expr.
|
|
You just watch.
Sadece izle.
More Sentences
|
| 38 |
Colloquial |
(sadece) diyorum ki |
(I'm) just saying expr.
|
|
Well, I just say to them, this is about real people.
Onlara diyorum ki, bu gerçek insanlarla ilgili.
More Sentences
|
| 39 |
Colloquial |
(sadece) kayıtlara geçmesi için |
(just) for the record expr.
|
|
So I shall say it for the record.
Bu yüzden kayıtlara geçmesi için söyleyeceğim.
More Sentences
|
|
|
| Idioms |
|
| 40 |
Idioms |
sadece ismen |
in name only expr.
|
|
The European Parliament cannot be a budgetary authority in name only.
Avrupa Parlamentosu sadece ismen bir bütçe otoritesi olamaz.
More Sentences
|
| 41 |
Idioms |
sadece kendine |
all to himself expr.
|
|
Tom wanted to keep Mary all to himself.
Tom, Mary'yi sadece kendine saklamak istedi.
More Sentences
|
| General |
|
| 42 |
General |
sadece ekmek ve su ile beslenme |
xerophagy n.
|
|
| 43 |
General |
hristiyanlarda kutsal hafta boyunca sadece belirli gıdaların alınması |
xerophagy n.
|
|
| 44 |
General |
sadece kendini düşünmeme |
selflessness n.
|
|
| 45 |
General |
bir bölgede sadece belirli bir faaliyete izin verme |
zoning n.
|
|
| 46 |
General |
sadece babadan olan kan bağı |
halfblood n.
|
|
| 47 |
General |
sadece tek ziyaret için geçerli vize |
single entry visa n.
|
|
| 48 |
General |
avını sadece gözlerini kullanarak avlayan yırtıcı (koku duyuları kullanmadan) |
gazehound n.
|
|
| 49 |
General |
yazılı bir madde veya basılı bir mikrografın sadece büyütücü bir cihazla okunabilecek şekilde küçültülmesi |
microprint n.
|
|
| 50 |
General |
sadece yetkili kişiler |
executives only n.
|
|
| 51 |
General |
sadece bir ebeveynin ortak olduğu erkek kardeş |
half-brother n.
|
|
| 52 |
General |
sadece bir ebeveynin ortak olduğu kız kardeş |
half-sister n.
|
|
| 53 |
General |
sadece iki kişi arasında geçen konuşma |
tête-à-tête n.
|
|
| 54 |
General |
sadece su |
water-alone n.
|
|
| 55 |
General |
sadece kendisiyle ilgilenme |
self-absorption n.
|
|
| 56 |
General |
sadece iki kişi arasında geçen mücadele |
two-horse race n.
|
|
| 57 |
General |
sadece kurum içi kullanım için |
internal use only n.
|
|
| 58 |
General |
sadece bir gün süren |
ephemerae n.
|
|
| 59 |
General |
sadece iki yüz dolar |
only two hundred dollars n.
|
|
| 60 |
General |
sadece meyveyle beslenme |
fruitarianism n.
|
|
| 61 |
General |
mantıklı düşünceyle cevaplanması mümkün olmayan sadece sezgilerle anlaşılabilen hikaye |
koan n.
|
|
| 62 |
General |
sadece o anı yakalama amacıyla çekilen fotoğraf |
snapshot n.
|
|
| 63 |
General |
kızılderili saçı gibi kenarları kazınmış sadece ortada bırakılmış saç modeli |
mohawk n.
|
|
| 64 |
General |
sadece yüzme amaçlı kullanılan uzun ince havuz |
lap pool n.
|
|
| 65 |
General |
akıllı telefon özelliğine sahip olmayan sadece temel özelliklere sahip cep telefonu |
feature phone n.
|
|
| 66 |
General |
sadece erkeklerin yaptığı seyahat |
mancation n.
|
|
| 67 |
General |
çerçeve içinde sadece yazı ilanı |
tombstone advertisement n.
|
|
| 68 |
General |
sadece fikri |
mere idea n.
|
|
| 69 |
General |
sadece yemeklerde alkollü içecek servisi yapılmasına izin veren lisans |
table licence n.
|
|
| 70 |
General |
ekranda vücudunun sadece omuzundan üstü görünen program sunucusu |
talking head n.
|
|
| 71 |
General |
sadece ismen var olan şey |
name n.
|
|
| 72 |
General |
topuk etrafında sadece bir kayış bulunan hafif sandalet |
tip n.
|
|
| 73 |
General |
sadece yüzeyi kaplanmış düğme |
top n.
|
|
| 74 |
General |
sadece belirli bir alanı ilgilendiren tartışma/araştırma konusu |
topicality n.
|
|
| 75 |
General |
sadece teknik beceri ile yapılabilen işler |
trick work n.
|
|
| 76 |
General |
oyuncuların sadece bir kişi kalana kadar rakip oyuncuları paintball, çorap, lastik bant veya benzeri nesnelerle ebeledikleri bir oyun |
assassin n.
|
|
| 77 |
General |
sadece üyelerini ve onların davetlilerini kabul eden, üyelerinde mekanın anahtarının bulunduğu bir gece kulübü |
key club n.
|
|
| 78 |
General |
sadece çocuklara uygun olduğu düşünülen şey |
kid stuff n.
|
|
| 79 |
General |
sadece dokunma |
kissing n.
|
|
|
|
| 80 |
General |
sadece başlangıcı yapılmış ve bitmemiş şey |
beginning n.
|
|
| 81 |
General |
sonuçlarını gözetmeksizin sadece keyif için yapılan şey |
joy ride n.
|
|
| 82 |
General |
sonuçlarını gözetmeksizin sadece keyif için yapılan şey |
joyride n.
|
|
| 83 |
General |
(şintoizm'de) insanlara sadece kutsal ruhlar vasıtasıyla bildirildiğine inanılan hakikat yolu |
makoto n.
|
|
| 84 |
General |
sadece maddesel olana inanan kimse |
materiarian [obsolete] n.
|
|
| 85 |
General |
ikindi vaktinde sadece erkeklerin katıldığı saray kabul merasimi |
levee [uk] n.
|
|
| 86 |
General |
sabır, özveri, besleyici olma ve cinselliği sadece evlilikte yaşama gibi değerlere önem veren ve özellikle birtakım latin amerikalı kültürlerde yaygın olan, geleneksel dişiliğin güçlü veya abartılı bir formu |
marianismo n.
|
|
| 87 |
General |
sadece ücret için hizmet veren |
mercenary n.
|
|
| 88 |
General |
gezinerek müşteri aramaya izni olmayıp sadece telefonla irtibat kurulan taksi |
minicab [uk] n.
|
|
| 89 |
General |
sadece yağlanmış post |
losh n.
|
|
| 90 |
General |
bazı topluluklara özgü olup sadece üyelerine açıklanan ritüel, faaliyet veya öğretiler |
mystery n.
|
|
| 91 |
General |
insanın gerçeği sadece aklı temel alarak bilemeyeceğini ve gerçek ortaya çıksa dahi tümüyle anlayamayacağını ifade eden, tanrı tarafından tebliğ edilmiş dini öğreti |
mystery n.
|
|
| 92 |
General |
sadece üyelerine açıklanan ritüel, faaliyet veya öğretileri bulunan gizli bir topluluğa kabul edilmiş kimse |
mystic n.
|
|
| 93 |
General |
nüfusun sadece bir bölümünün faydalanabildiği yasa |
giveaway n.
|
|
| 94 |
General |
sadece kendi sorunlarına odaklanma |
omphaloskepsis n.
|
|
| 95 |
General |
et olarak sadece balık tüketen kimse |
pescatarian n.
|
|
| 96 |
General |
hayal gücünün zayıflığından ötürü sadece fiziksel işlerle geçinen kimse |
drudge n.
|
|
| 97 |
General |
çıktısı sadece belirli şartlarda harekete geçecek şekilde düzenlenmiş çok girdili elektronik devre |
gate n.
|
|
| 98 |
General |
sadece nizam karakol subayına verilen parola |
parole n.
|
|
| 99 |
General |
jimnastikçinin sadece kaslarını kullanarak elinin üzerinde durması |
press n.
|
|
| 100 |
General |
sadece pazar günleri yayımlanan gazete |
sunday paper n.
|
|
| 101 |
General |
sadece meyve ile beslenen kimse |
fruitarian n.
|
|
| 102 |
General |
birini sadece yüzünden tanımak |
know someone by sight only v.
|
|
| 103 |
General |
tecrübesizlik veya birtakım eksiklikler yüzünden sadece içgüdülerine dayanarak idare etmek |
fly by the seat of one's pants v.
|
|
| 104 |
General |
sadece içgüdülerine dayanarak idare etmek (tecrübesizlik veya birtakım eksiklikler yüzünden) |
fly blind v.
|
|
| 105 |
General |
sadece gereken yerlere boya vurarak bir şeyin görünümünü düzeltmek |
touch something up v.
|
|
| 106 |
General |
sadece bir parçaya ait |
partial adj.
|
|
| 107 |
General |
sadece kendini düşünmeyen |
selfless adj.
|
|
| 108 |
General |
sadece kurallara dayanan |
technical adj.
|
|
| 109 |
General |
sadece unvanı olan |
titular adj.
|
|
| 110 |
General |
sadece akıl veren |
armchair adj.
|
|
| 111 |
General |
sadece kuralların ayrıntılarına dayanan |
technical adj.
|
|
| 112 |
General |
sadece |
pure and simple adj.
|
|
| 113 |
General |
sadece bir an devam eden |
momentary adj.
|
|
| 114 |
General |
sadece bir parça tarafından etkilenen |
partial adj.
|
|
| 115 |
General |
sadece eğrilerden oluşmuş |
agonic adj.
|
|
| 116 |
General |
sadece seyahat ve konaklamadan fazlasını içeren tatil paketi |
all-inclusive adj.
|
|
| 117 |
General |
ilk kez hamile kalan veya sadece bir çocuk doğuran kadınla ilgili |
primiparous adj.
|
|
| 118 |
General |
sadece tek gözü renk körü |
colourblind in one eye adj.
|
|
| 119 |
General |
sadece bilgi (bilgilendirme) amaçlı |
intended for informative purposes only adj.
|
|
| 120 |
General |
sadece kar için çalışan |
banausic adj.
|
|
| 121 |
General |
sadece kendini düşünen |
self-obsessed adj.
|
|
| 122 |
General |
sadece kar için çalışan |
banausian adj.
|
|
| 123 |
General |
sadece |
afawld adj.
|
|
| 124 |
General |
sadece |
aefauld [obsolete] adj.
|
|
| 125 |
General |
sadece |
afald adj.
|
|
| 126 |
General |
sadece görünüşte alakalı olan |
tangental adj.
|
|
| 127 |
General |
sadece görünüşte alakalı olan |
tangential adj.
|
|
| 128 |
General |
sadece bir kez meydana gelen |
nonce adj.
|
|
| 129 |
General |
sadece maddi olayların anlaşılabileceğini ve manevi meselelerin veya onların nihai sebeplerinin bilinmesinin imkansız olduğunu düşünen |
nescient adj.
|
|
| 130 |
General |
sadece amerikalılardan oluşan |
all-american adj.
|
|
| 131 |
General |
sadece amerikalılardan oluşan |
all-america adj.
|
|
| 132 |
General |
sadece |
alonely adj.
|
|
| 133 |
General |
sadece özel seçilmiş çok az kişiye açık olan |
ultraexclusive adj.
|
|
| 134 |
General |
sadece kârla ilgilenen |
ultracommercial adj.
|
|
| 135 |
General |
sadece tek bir tarafı etkileyen |
unilateral adj.
|
|
| 136 |
General |
sadece reçete ile satılan |
ethical adj.
|
|
| 137 |
General |
sadece yarısını kapsayan |
half adj.
|
|
| 138 |
General |
sadece teorik |
quodlibetic adj.
|
|
| 139 |
General |
sadece iyi havada elverişli |
fair-weather adj.
|
|
| 140 |
General |
sadece iyi havada kullanılan |
fairweather adj.
|
|
| 141 |
General |
sadece ana hatları olan (iki boyutlu şekil) |
hollow adj.
|
|
| 142 |
General |
sadece tek enerjisi bulunan |
monodynamic adj.
|
|
| 143 |
General |
sadece tek kapasitesi olan |
monodynamic adj.
|
|
| 144 |
General |
sadece tek heceli sözcükleri kullanan |
monosyllabic adj.
|
|
| 145 |
General |
sadece tek heceli sözcüklerle konuşan |
monosyllabic adj.
|
|
| 146 |
General |
sadece para için çalışan |
hireling adj.
|
|
| 147 |
General |
sadece balıkla beslenen kimse |
ichthyophagist adj.
|
|
| 148 |
General |
aynı anda iki birimden sadece biri ile çalışabilen |
dual adj.
|
|
| 149 |
General |
sadece el yordamıyla çizilen |
freehand adj.
|
|
| 150 |
General |
sadece kendi türünde |
simply in a class of its own adv.
|
|
| 151 |
General |
sadece |
plain adv.
|
|
| 152 |
General |
sadece birinin sözüne güvenerek |
in good faith adv.
|
|
| 153 |
General |
sadece |
barely adv.
|
|
| 154 |
General |
sadece kendini düşünmeyerek |
selflessly adv.
|
|
| 155 |
General |
sadece |
nigh but adv.
|
|
| 156 |
General |
sadece ve münhasıran |
only and solely adv.
|
|
| 157 |
General |
sadece bir kez |
one time only adv.
|
|
| 158 |
General |
sadece bizim sorumluluğumuzda |
under our sole responsibility adv.
|
|
| 159 |
General |
sadece suyla |
water-alone adv.
|
|
| 160 |
General |
sadece bu defalık |
on this occasion only adv.
|
|
| 161 |
General |
sadece bu seferlik |
on this occasion only adv.
|
|
| 162 |
General |
sadece kendi keyfiyetine göre |
at its sole discretion adv.
|
|
| 163 |
General |
sadece benim için |
only for me adv.
|
|
| 164 |
General |
sadece bir sene sonra |
only after a year adv.
|
|
| 165 |
General |
(sadece) bilgi amaçlı |
for information purposes (only) adv.
|
|
| 166 |
General |
sadece bir defaya mahsus |
for once adv.
|
|
| 167 |
General |
sadece bir defaya mahsus |
for once only adv.
|
|
| 168 |
General |
sadece bir defaya mahsus |
just once adv.
|
|
| 169 |
General |
sadece bir defaya mahsus |
for only once adv.
|
|
| 170 |
General |
sadece bir kereye mahsus |
for only once adv.
|
|
| 171 |
General |
sadece bir istisna dışında |
with one exception adv.
|
|
| 172 |
General |
sadece ve münhasıran |
solely and exclusively adv.
|
|
| 173 |
General |
sadece iki ay önce |
only two months ago adv.
|
|
| 174 |
General |
sadece iki kişiye özel |
à deux adv.
|
|
| 175 |
General |
sadece |
sheer adv.
|
|
| 176 |
General |
sadece |
all [obsolete] adv.
|
|
| 177 |
General |
sadece |
entirely adv.
|
|
| 178 |
General |
sadece |
wholly adv.
|
|
| 179 |
General |
sadece |
hardly adv.
|
|
| 180 |
General |
sadece bir dereceye kadar |
meanly [obsolete] adv.
|
|
| 181 |
General |
sadece |
onely [obsolete] adv.
|
|
| 182 |
General |
sadece grinin tonlarını kullanarak |
in black and white adv.
|
|
| 183 |
General |
sadece |
soly adv.
|
|
| 184 |
General |
sadece |
soly adv.
|
|
| 185 |
General |
sadece ... değil, aynı zamanda... |
not only but also conj.
|
|
| 186 |
General |
sadece bir tane ile sınırlı anlamı veren ön ek |
mon- pref.
|
|
| 187 |
General |
sadece anlamına gelen ön ek |
soli- pref.
|
|
| 188 |
General |
sadece anlamını veren bir ön ek |
soli- pref.
|
|
| Phrasals |
|
| 189 |
Phrasals |
birini üzerinde sadece bir veya birkaç kıyafeti (iç çamaşırı) kalana kadar soymak |
strip someone or something down v.
|
|
| 190 |
Phrasals |
'-e kadar soyunmak (üzerinde sadece iç çamaşırı kalana kadar soyunmak) |
strip down to (something) v.
|
|
| 191 |
Phrasals |
'-e kadar soymak (üzerinde sadece iç çamaşırı kalana kadar soymak) |
strip down to (something) v.
|
|
| 192 |
Phrasals |
birini üzerinde sadece bir veya birkaç kıyafeti (iç çamaşırı) kalana kadar soymak |
strip someone or something down to something v.
|
|
| 193 |
Phrasals |
-e kadar soymak (üzerinde sadece iç çamaşırı/bazı kıyafetleri kalana kadar soymak) |
strip to (something) v.
|
|
| 194 |
Phrasals |
-e kadar soyunmak (üzerinde sadece iç çamaşırı/bazı kıyafetleri kalana kadar soyunmak) |
strip to something v.
|
|
| 195 |
Phrasals |
bir sorunun sadece çözülmesini dileyerek yok olmasını beklemek |
wish away v.
|
|
| 196 |
Phrasals |
sadece kendine odaklanmak |
contemplate your navel v.
|
|
| 197 |
Phrasals |
sadece kendisini ve kendi sorunlarını düşünmek |
contemplate your navel v.
|
|
| 198 |
Phrasals |
pokerde arttırmak gerekirken sadece görmek |
limp in v.
|
|
| 199 |
Phrasals |
sadece (birine/bir şeye) odaklanmak |
revolve around (someone or something) v.
|
|
| 200 |
Phrasals |
sadece (birine/bir şeye) odaklanmak |
revolve about (someone or something) v.
|
|
| Phrases |
|
| 201 |
Phrases |
birçok seçenekten yalnızca/sadece biri |
just one option among many n.
|
|
| 202 |
Phrases |
sadece varsayımdan ibaret olan şey |
a matter of conjecture n.
|
|
| 203 |
Phrases |
(sadece) bir tuşa/düğmeye basarak/tıklayarak |
at the touch of a button adv.
|
|
| 204 |
Phrases |
sadece ve sadece |
if and only if expr.
|
|
| 205 |
Phrases |
sezon boyunca ortalama sadece 2 gün |
average of only 2 days during the season expr.
|
|
| 206 |
Phrases |
sadece bu nedenle bile |
for that reason alone expr.
|
|
| 207 |
Phrases |
sadece eğlence olsun diye |
for the hell of it expr.
|
|
| 208 |
Phrases |
sadece eğlence olsun diye |
just for the hell of it expr.
|
|
| 209 |
Phrases |
sadece bilgi (bilgilendirme) amaçlı |
for purely informative purposes expr.
|
|
| 210 |
Phrases |
sadece bir kere yaşarsın |
you only live once expr.
|
|
| 211 |
Phrases |
ceketsiz (olarak sadece gömlekle vb) |
in one's shirtsleeves expr.
|
|
| 212 |
Phrases |
sadece tanrı affeder |
only god forgives expr.
|
|
| 213 |
Phrases |
sadece ikimiz |
only two of us expr.
|
|
| 214 |
Phrases |
sadece / sırf ....... olması / gerçeği bile |
the mere fact that expr.
|
|
| 215 |
Phrases |
sadece kaynak göstermek için |
for reference purpose only expr.
|
|
| 216 |
Phrases |
sadece kaynak göstermek amacıyla |
for reference purpose only expr.
|
|
| 217 |
Phrases |
sadece para meselesi |
it's all about the money expr.
|
|
| 218 |
Phrases |
sadece reçeteyle satılır |
available by prescription only expr.
|
|
| 219 |
Phrases |
güzellik sadece dıştadır |
beauty is only skin deep expr.
|
|
| 220 |
Phrases |
sadece acil durumlarda kullanılır |
emergency use only expr.
|
|
| 221 |
Phrases |
sadece acil durumlar için |
emergency use only expr.
|
|
| 222 |
Phrases |
sadece yapıcı düşünceler |
good vibes only expr.
|
|
| 223 |
Phrases |
sadece bu gerçek nedeniyle |
eo ipso (by that fact alone) expr.
|
|
| 224 |
Phrases |
sadece dahili kullanım içindir |
for internal use only expr.
|
|
| 225 |
Phrases |
sadece yenilik oldun diye |
just for the novelty of it expr.
|
|
| 226 |
Phrases |
artık sadece (bir şey) yapmak/yapabilmek |
can but expr.
|
|
| 227 |
Phrases |
yalnızca/ancak/sadece (bir şey) (yapabilmek/yapmak) |
can but expr.
|
|
| 228 |
Phrases |
yapacağı yalnızca/sadece/ancak (bir şey) (olmak/kalmak) |
can but expr.
|
|
| 229 |
Phrases |
yalnızca/sadece … için bile olsa |
even if only expr.
|
|
| 230 |
Phrases |
sadece birkaç kez |
rarely ever expr.
|
|
| 231 |
Phrases |
yalnızca/sadece … için de olsa |
even if only expr.
|
|
| 232 |
Phrases |
yalnızca/sadece … için olsa bile |
even if only expr.
|
|
| 233 |
Phrases |
yalnızca/sadece … için dahi olsa |
even if only expr.
|
|
| 234 |
Phrases |
sadece belli bir kişinin/grubun görmesi için |
for (one's) eyes only expr.
|
|
| 235 |
Phrases |
sadece (belli bir zaman) içinde |
in (an amount of time) flat expr.
|
|
| 236 |
Phrases |
sadece iki dakika içinde |
in two minutes flat expr.
|
|
| 237 |
Phrases |
adını duydum sadece |
only by reputation expr.
|
|
| 238 |
Phrases |
sadece ismen |
only by reputation expr.
|
|
| Proverb |
|
| 239 |
Proverb |
bir şey sadece fiyatı ucuz olduğu için alınmaz |
a thing you don't want is dear at any price n.
|
|
| 240 |
Proverb |
insan sadece ekmekle yaşayamaz |
man cannot live by bread alone
|
|
| 241 |
Proverb |
sadece aptal bir insan yaşadığı yeri çöplüğe çevirip berbat eder |
it's an ill bird that fouls its own nest
|
|
| 242 |
Proverb |
hayat sadece yemekten ibaret değildir |
man does not live by bread alone
|
|
| 243 |
Proverb |
insan sadece ekmekle yaşamaz |
man does not live by bread alone
|
|
| 244 |
Proverb |
insan sadece ekmekle yaşamaz |
man cannot live by bread alone
|
|
| 245 |
Proverb |
hayat sadece yemekten ibaret değildir |
man cannot live by bread alone
|
|
| 246 |
Proverb |
bir şey sadece fiyatı ucuz olduğu için alınmaz |
thing you don't want is dear at any price
|
|
| 247 |
Proverb |
sadece ölü balıklar akıntıya kapılır |
only dead fish swim with the stream
|
|
| 248 |
Proverb |
sadece ölü balıklar akıntıya kapılır |
only dead fish swim with the stream
|
|
| 249 |
Proverb |
sadece kendini düşünen biri kimse için cazip değildir |
a man wrapped up in himself makes a very small bundle
|
|
| 250 |
Proverb |
şans sadece hazır olan akıllara güler |
chance favors the prepared mind
|
|
| 251 |
Proverb |
sadece dış görünüşle güzel/iyi insan olunmaz |
beauty is more than skin deep
|
|
| 252 |
Proverb |
sadece dış görünüşle güzel/iyi insan olunmaz |
beauty is only skin deep
|
|
| 253 |
Proverb |
elinde sadece çekiç varsa her şey çivi olur |
if all you have is a hammer, everything looks like a nail
|
|
| 254 |
Proverb |
bir şey sadece fiyatı ucuz olduğu için alınmaz |
something you don't want is dear at any price
|
|
| Colloquial |
|
| 255 |
Colloquial |
bu arada sadece merak ettim |
by the way i'm just curious n.
|
|
| 256 |
Colloquial |
sadece tek bir işi becerebilen insan |
one trick pony n.
|
|
| 257 |
Colloquial |
sadece testlere hazırlayan matematik eğitimi |
drill-and-kill math n.
|
|
| 258 |
Colloquial |
sadece mesajlaşma ile yürütülen ilişki |
textlationship n.
|
|
| 259 |
Colloquial |
sadece modaya uygun markalı giysiler giyen kimse |
labellist [new zealand] n.
|
|
| 260 |
Colloquial |
sadece kaloriden ibaret yiyecek |
empty calories n.
|
|
| 261 |
Colloquial |
sadece çekici |
face man n.
|
|
| 262 |
Colloquial |
gerçek jazz müziğin, sadece türün tarihindeki notanın kullanılmadığı ilk zamanlarda olduğu görüşünü benimseyen kimse |
moldy fig n.
|
|
| 263 |
Colloquial |
sadece notlarını/iyi not almayı düşünen öğrenci |
grade-grubber n.
|
|
| 264 |
Colloquial |
sadece iyi not almak için çalışan öğrenci |
grade-grubbing n.
|
|
| 265 |
Colloquial |
sadece iyi not almaya odaklanmış öğrenci |
grade-grubber n.
|
|
| 266 |
Colloquial |
sadece not için çalışma |
grade-grubbing n.
|
|
| 267 |
Colloquial |
sadece iyi not almak için çalışan öğrenci |
grade-grubbing n.
|
|
| 268 |
Colloquial |
sadece çocuklara uygun olduğu düşünülen şey |
kids' stuff n.
|
|
| 269 |
Colloquial |
sadece kıyafetleri modern olan kimse |
mod poser n.
|
|
| 270 |
Colloquial |
sadece dış görünüşü modern olan kimse |
mod poser n.
|
|
| 271 |
Colloquial |
sadece dış görünüşü modaya uygun olan kimse |
mod poser n.
|
|
| 272 |
Colloquial |
duygusal birliktelik olmayıp sadece cinsel ilişki yaşanan arkadaş |
friend with benefits n.
|
|
| 273 |
Colloquial |
sadece şans |
pure luck n.
|
|
| 274 |
Colloquial |
sadece kâr elde etmek amacıyla tasarlanmış ürün |
cash grab n.
|
|
| 275 |
Colloquial |
sadece saç kremi kullanmak |
co-wash v.
|
|
| 276 |
Colloquial |
sadece (isimden) ibaret olmak |
be so much/many (something) v.
|
|
| 277 |
Colloquial |
sadece küçük bir fayda sağlamak |
only do so much v.
|
|
| 278 |
Colloquial |
sadece kısmen yararlı olmak |
only do so much v.
|
|
| 279 |
Colloquial |
(sadece) arkadaş olmak |
be (just) good friends v.
|
|
| 280 |
Colloquial |
(sadece) yakın arkadaş olmak |
be (just) good friends v.
|
|
| 281 |
Colloquial |
sadece incelemek |
be just looking v.
|
|
| 282 |
Colloquial |
sadece bakınmak |
be just looking v.
|
|
| 283 |
Colloquial |
sadece bakmak/bakıyor olmak |
be just looking v.
|
|
| 284 |
Colloquial |
sadece |
all adj.
|
|
| 285 |
Colloquial |
sadece not düşünen |
grade-grubbing adj.
|
|
| 286 |
Colloquial |
sadece iyi not almaya odaklanmış |
grade-grubbing adj.
|
|
| 287 |
Colloquial |
sadece notlarını/iyi not almayı düşünen |
grade-grubbing adj.
|
|
| 288 |
Colloquial |
sadece bir defa yapılan |
one and done adj.
|
|
| 289 |
Colloquial |
sadece bu kadar değil |
yeah adv.
|
|
| 290 |
Colloquial |
sadece bu kadar değil |
yea adv.
|
|
| 291 |
Colloquial |
sadece senin için |
for you only expr.
|
|
| 292 |
Colloquial |
sadece sana |
for you only expr.
|
|
| 293 |
Colloquial |
sadece bayanlar |
(for) women only expr.
|
|
| 294 |
Colloquial |
sadece bayanlar |
(for) ladies only expr.
|
|
| 295 |
Colloquial |
sadece bir başlangıç |
just a start expr.
|
|
| 296 |
Colloquial |
sadece kuru gürültü |
all bark and no bite expr.
|
|
| 297 |
Colloquial |
herkese sadece bir tane |
one to a customer expr.
|
|
| 298 |
Colloquial |
sadece dene |
just try it expr.
|
|
| 299 |
Colloquial |
sadece birkaç saniyeliğine |
just for a few seconds expr.
|
|
| 300 |
Colloquial |
sadece birkaç söz |
just a few words expr.
|
|
| 301 |
Colloquial |
gurur sadece acı verir |
pride only hurts expr.
|
|
| 302 |
Colloquial |
sadece birkaç gün |
just a few days expr.
|
|
| 303 |
Colloquial |
sadece eğlence olsun diye |
just for kicks expr.
|
|
| 304 |
Colloquial |
sadece eğlence olsun diye |
for the devil of it expr.
|
|
| 305 |
Colloquial |
sadece eğlence olsun diye |
for the heck of it expr.
|
|
| 306 |
Colloquial |
sadece benim için |
only for me expr.
|
|
| 307 |
Colloquial |
sadece geçiyordum |
just passing through expr.
|
|
| 308 |
Colloquial |
sadece yapman gerekeni yap |
just do what you got to do expr.
|
|
| 309 |
Colloquial |
sadece yapman gerekeni yap |
just do what you have to do expr.
|
|
| 310 |
Colloquial |
sadece tanrı bilir |
lord only knows expr.
|
|
| 311 |
Colloquial |
sebepsiz yere sadece canları istediği için |
for no reason except because they feel like it expr.
|
|
| 312 |
Colloquial |
sadece rahatlamaya çalış |
just try to relax expr.
|
|
| 313 |
Colloquial |
sadece şakaydı |
just a joke expr.
|
|
| 314 |
Colloquial |
sadece birkaç |
just a few of expr.
|
|
| 315 |
Colloquial |
ölüm sadece bir başlangıçtır |
death is only the beginning expr.
|
|
| 316 |
Colloquial |
ölüm sadece başlangıçtır |
death is only the beginning expr.
|
|
| 317 |
Colloquial |
sadece kısa bir süre sonra |
only a little longer expr.
|
|
| 318 |
Colloquial |
tabii bu sadece bir tahmin |
what do I know expr.
|
|
| 319 |
Colloquial |
sadece bir parmak yeter/kafi |
just a dab'll do ya expr.
|
|
| 320 |
Colloquial |
takımda sadece ben demek yok |
there's no I in team expr.
|
|
| 321 |
Colloquial |
takım çalışmasında sadece kendini düşünmek/ön plana çıkarmak yoktur |
there's no I in team expr.
|
|
| 322 |
Colloquial |
sadece |
is all [rural] expr.
|
|
| 323 |
Colloquial |
sadece izle! |
(you) (just) watch! expr.
|
|
| 324 |
Colloquial |
(sadece) tanrı/allah bilir |
lord (only) knows (what, where, why) expr.
|
|
| 325 |
Colloquial |
bir günde sadece 24 saat var |
there are only 24 hours in a day expr.
|
|
| 326 |
Colloquial |
sadece kendini düşünme |
I'm all right, Jack [uk] expr.
|
|
| 327 |
Colloquial |
sadece ne olduğunu anlatın |
just the facts, ma'am expr.
|
|
| 328 |
Colloquial |
sadece olanları anlatın |
just the facts, ma'am expr.
|
|
| 329 |
Colloquial |
sadece gerçekleri söyleyin |
just the facts, ma'am expr.
|
|
| 330 |
Colloquial |
sadece merak ettim |
(I am/was) just wondering expr.
|
|
| 331 |
Colloquial |
sadece merak ediyorum |
(I am/was) just wondering expr.
|
|
| 332 |
Colloquial |
sadece merak |
(I am/was) only wondering expr.
|
|
| 333 |
Colloquial |
sadece merak ettim |
(I am/was) only wondering expr.
|
|
| 334 |
Colloquial |
sadece merak ediyorum |
(I am/was) only wondering expr.
|
|
| 335 |
Colloquial |
sadece merak |
(I am/was) just wondering expr.
|
|
| 336 |
Colloquial |
(sadece) eğlence olsun diye |
(just) for the heck of it expr.
|
|
| 337 |
Colloquial |
(sadece) işi şansa bırakmamak için |
(just) to be safe expr.
|
|
| 338 |
Colloquial |
(sadece) garanti olsun diye |
(just) to be safe expr.
|
|
| 339 |
Colloquial |
(sadece) ikimizin arasında |
(just) between you and me expr.
|
|
| 340 |
Colloquial |
(sadece) önlem olarak |
(just) to be safe expr.
|
|
| 341 |
Colloquial |
(sadece) seninle benim aramda |
(just) between you and me expr.
|
|
| 342 |
Colloquial |
(sadece) tedbir olarak |
(just) to be safe expr.
|
|
| 343 |
Colloquial |
(sadece) zevk için |
(just) for the heck of it expr.
|
|
| 344 |
Colloquial |
(sadece) eğlencesine |
(just) for the heck of it expr.
|
|
| 345 |
Colloquial |
(sadece) emin olmak için |
(just) to be safe expr.
|
|
| 346 |
Colloquial |
(sadece) ne olur ne olmaz diye |
(just) to be safe expr.
|
|
| 347 |
Colloquial |
sadece (bir şey) |
all of (something) expr.
|
|
| 348 |
Colloquial |
sadece laf |
all talk expr.
|
|
| 349 |
Colloquial |
sadece (bir şey) |
all of (something) expr.
|
|
| 350 |
Colloquial |
sadece laf |
all talk expr.
|
|
| 351 |
Colloquial |
(sırf/sadece) hatır için |
(just) for love/for the love of something expr.
|
|
| 352 |
Colloquial |
(sadece) bilgin olsun diye |
(just) for the record expr.
|
|
| 353 |
Colloquial |
(sırf/sadece) sevdiği için |
(just) for love/for the love of something expr.
|
|
| 354 |
Colloquial |
(sadece) haberin olsun diye |
(just) for the record expr.
|
|
| 355 |
Colloquial |
(sadece) bilesin diye |
(just) for the record expr.
|
|
| 356 |
Colloquial |
sadece çiş yaptıysan sifonu çekme, (kaka yaptıysan çek) |
If it's yellow, let it mellow (If it's brown, flush it down) expr.
|
|
| 357 |
Colloquial |
sadece şunu diyorum |
ijs (I'm just saying) expr.
|
|
| 358 |
Colloquial |
sadece diyorum ki |
ijs (I'm just saying) expr.
|
|
| 359 |
Colloquial |
sadece ben mi ..., yoksa…? |
is it me or...? expr.
|
|
| 360 |
Colloquial |
sadece söylemek/değinmek isterim |
just want to say expr.
|
|
| 361 |
Colloquial |
sadece (şunu) söylemek istedim/istiyorum |
just want to say expr.
|
|
| 362 |
Colloquial |
sadece (bir şey) |
nothing more than (something) expr.
|
|
| 363 |
Colloquial |
sadece sözde/lafta |
only in name expr.
|
|
| 364 |
Colloquial |
sadece ismen |
only in name expr.
|
|
| Idioms |
|
| 365 |
Idioms |
sadece tek bir şarkı ile ünlü olmuş sonradan unutulmuş kimse |
a one-hit wonder n.
|
|
| 366 |
Idioms |
sadece göze hitap eden |
eye/mind candy n.
|
|
| 367 |
Idioms |
sinema veya edebiyatta sadece beyaz karakterlere yardım etmek için bulunan standart karakter |
saintly black character n.
|
|
| 368 |
Idioms |
sadece sahibinin girebileceği oda |
blue chamber n.
|
|
| 369 |
Idioms |
uzak yerlerde çalışıp eve sadece yatıp uyumak için gelme |
bedroom community n.
|
|
| 370 |
Idioms |
sadece olumlu özelliklere (bakma) |
rose-coloured spectacles [uk] n.
|
|
| 371 |
Idioms |
sadece olumlu özelliklere (bakma) |
rose-colored glasses [us] n.
|
|
| 372 |
Idioms |
oturdukları yerin dışında çalışıp eve sadece yatmaya gelen insanlardan oluşan topluluk |
bedroom community n.
|
|
| 373 |
Idioms |
sadece kendi sorunlarına odaklanma |
navel-gazing n.
|
|
| 374 |
Idioms |
sadece kendi sorunlarına odaklanma |
navel-contemplation n.
|
|
| 375 |
Idioms |
sadece kendini ve kendi sorunlarını düşünme |
navel-contemplation n.
|
|
| 376 |
Idioms |
sadece kendini ve kendi sorunlarını düşünme |
navel-gazing n.
|
|
| 377 |
Idioms |
sadece nakit alma |
cash only n.
|
|
| 378 |
Idioms |
(bir hastalık) vakası (türkçede genelde "vakası" kullanılmayıp sadece hastalığın adı söylenir) |
a case of (something) n.
|
|
| 379 |
Idioms |
(bir hastalık) vakası (türkçede genelde "vakası" kullanılmayıp sadece hastalığın adı söylenir) |
case of something n.
|
|
| 380 |
Idioms |
sadece nakit geçen mağaza |
cash only n.
|
|
| 381 |
Idioms |
sadece kuş beyinlilerin düşeceği tuzak |
springes to catch woodcocks n.
|
|
| 382 |
Idioms |
sadece sahibinin girebildiği oda |
blue chamber n.
|
|
| 383 |
Idioms |
sadece sözde kalan yardım |
vermont charity n.
|
|
| 384 |
Idioms |
sadece bir annenin sevebileceği bir yüz |
a face (that) only a mother could love n.
|
|
| 385 |
Idioms |
o kadar çirkin ki sadece annesi sevebilir |
a face (that) only a mother could love n.
|
|
| 386 |
Idioms |
bir müşterinin bir üründen sadece bir tane almasına izin veren satış politikası |
one to a customer n.
|
|
| 387 |
Idioms |
bir müşterinin bir üründen sadece bir tane almasına izin veren satış politikası |
one per customer n.
|
|
| 388 |
Idioms |
kendini sadece doğumda atanan cinsiyeti ile tanımlamama durumu |
gender fluidity n.
|
|
| 389 |
Idioms |
sadece en gerekli ihtiyaçlar |
bare necessities n.
|
|
| 390 |
Idioms |
sadece en vazgeçilmez özellikler |
bare necessities n.
|
|
| 391 |
Idioms |
sadece güzel bir yüz |
just another pretty face n.
|
|
| 392 |
Idioms |
sadece güzel/yakışıklı biri |
just another pretty face n.
|
|
| 393 |
Idioms |
sadece belli kişilere açık iş/yarışma |
a closed shop n.
|
|
| 394 |
Idioms |
sadece merhabası olma |
a nodding acquaintance n.
|
|
| 395 |
Idioms |
(biriyle/bir şeyle) sadece merhabası olma |
a nodding acquaintance with (someone or something) n.
|
|
| 396 |
Idioms |
sadece tek bir işi becerebilen kimse, grup, şey |
one-trick horse [us] n.
|
|
| 397 |
Idioms |
(biriyle/bir şeyle) sadece merhabası olma |
a passing acquaintance with (someone or something) n.
|
|
| 398 |
Idioms |
biriyle sadece merhabası olma |
a passing acquaintance with someone n.
|
|
| 399 |
Idioms |
sadece tek bir işi becerebilen kimse, grup, şey |
a one-trick pony [us] n.
|
|
| 400 |
Idioms |
sadece iki kişi arasında geçen konuşma |
a ˌtête-à-ˈtête [french] n.
|
|
| 401 |
Idioms |
sadece iki kişi arasında geçen mücadele |
a two-horse race n.
|
|
| 402 |
Idioms |
sadece iki kişinin kazanma şansı olan yarış/mücadele |
a two-horse race n.
|
|
| 403 |
Idioms |
sadece sayısını dikkate alma |
the numbers game n.
|
|
| 404 |
Idioms |
sadece sayısını dikkate alma |
a numbers game n.
|
|
| 405 |
Idioms |
sadece kadar |
blind luck n.
|
|
| 406 |
Idioms |
sadece para kazanmak için yazılan değersiz yazı/kitap |
pot boiler n.
|
|
| 407 |
Idioms |
sadece kendi çıkarına bakma |
looking out for number one n.
|
|
| 408 |
Idioms |
sadece fiziksel güç |
main strength and awkwardness n.
|
|
| 409 |
Idioms |
sadece bir fani |
mere mortal n.
|
|
| 410 |
Idioms |
sadece bir insan |
mere mortal n.
|
|
| 411 |
Idioms |
müdafinin eylemlerini sadece üstlerinden aldığı emirleri yerine getirdiğini söyleyerek savunması |
superior orders n.
|
|
| 412 |
Idioms |
izleyicilerinin sadece yüzde onunun/çok azının anlayabileceği espri |
ten percenter n.
|
|
| 413 |
Idioms |
ceza vermek yerine sadece uyarıda bulunmak |
let off with a warning v.
|
|
| 414 |
Idioms |
sadece tek bir konuyu düşünmek |
have a one-track mind v.
|
|
| 415 |
Idioms |
(büyütülecek bir şey değil) sadece kafasında büyütmek |
be all in the mind v.
|
|
| 416 |
Idioms |
sadece konuşup icraata dökmeyen/geçmeyen birisi olmak |
be all mouth v.
|
|
| 417 |
Idioms |
sadece konuşup icraata dökmeyen/geçmeyen birisi olmak |
be all mouth and no trousers v.
|
|
| 418 |
Idioms |
sadece kendisini ve kendi sorunlarını düşünmek |
gaze at one's navel v.
|
|
| 419 |
Idioms |
sadece kendisini ve kendi sorunlarını düşünmek |
contemplate one's navel v.
|
|
| 420 |
Idioms |
(sadece) kendini dinlemekten hoşlanmak |
like to hear oneself talk v.
|
|
| 421 |
Idioms |
birinin (sadece) iyi taraflarını/yönlerini görmek |
see the best in someone v.
|
|
| 422 |
Idioms |
öğle yemeğinde yemek yemeden sadece içki içmek |
have a liquid lunch v.
|
|
| 423 |
Idioms |
sadece eşiyle cinsel ilişkiye girip başka kimseyle girmemiş olmak |
cleave to (one) [uk] v.
|
|
| 424 |
Idioms |
sadece eşiyle birlikte olmak |
cleave to (one) [uk] v.
|
|
| 425 |
Idioms |
sadece saç kremi ile saç yıkamak |
co-wash v.
|
|
| 426 |
Idioms |
olup bitenleri sadece olumlu yanlarından görmek |
wear rose-colored glasses v.
|
|
| 427 |
Idioms |
sadece yetecek kadar kişi veya eşya kullanmak |
keep no more cats than can catch mice v.
|
|
| 428 |
Idioms |
miras olarak sadece bir kuruş bırakmak |
cut off with a cent v.
|
|
| 429 |
Idioms |
durumu sadece (birine/bir şeye) göre olacak şekilde ayarlamak |
stack the cards in the favor of (someone or something) v.
|
|
| 430 |
Idioms |
sadece (birinin/bir şeyin) yararına yapmak/çevirmek |
stack the cards in the favor of (someone or something) v.
|
|
| 431 |
Idioms |
durumu sadece (birine/bir şeye) göre olacak şekilde ayarlamak |
stack the odds in the favor of (someone or something) v.
|
|
| 432 |
Idioms |
durumu sadece (birine/bir şeye) göre olacak şekilde ayarlamak |
stack the odds in (someone's or something's) favor v.
|
|
| 433 |
Idioms |
durumu sadece (birine/bir şeye) göre olacak şekilde ayarlamak |
stack the deck in the favor of (someone or something) v.
|
|
| 434 |
Idioms |
sadece (birinin/bir şeyin) yararına yapmak/çevirmek |
stack the odds in (someone's or something's) favor v.
|
|
| 435 |
Idioms |
sadece (birinin/bir şeyin) yararına yapmak/çevirmek |
stack the deck in the favor of (someone or something) v.
|
|
| 436 |
Idioms |
sadece (birinin/bir şeyin) yararına yapmak/çevirmek |
stack the odds in the favor of (someone or something) v.
|
|
| 437 |
Idioms |
sadece güzel bir yüz olmak |
be just a pretty face v.
|
|
| 438 |
Idioms |
sadece (biri veya bir şey) tarafından geçilmek |
be second only to (someone or something) v.
|
|
| 439 |
Idioms |
sadece tek bir rakibi olmak o da (biri veya bir şey) |
be second only to (someone or something) v.
|
|
| 440 |
Idioms |
sadece bildiği yolda yürümek |
stick to (one's) knitting v.
|
|
| 441 |
Idioms |
sadece bildiği/aşina olduğu şeyleri yapmak |
stick to (one's) knitting v.
|
|
| 442 |
Idioms |
sadece bildiği/aşina olduğu şeyleri yapmak |
stick to the knitting v.
|
|
| 443 |
Idioms |
sadece bildiği yolda yürümek |
stick to the knitting v.
|
|
| 444 |
Idioms |
sadece sonunu duyduğu bir lafın içine dalmak/arasına girmek |
pick up stompies [south africa] v.
|
|
| 445 |
Idioms |
sadece sonunu duyduğu bir lafa karışmak |
pick up stompies [south africa] v.
|
|
| 446 |
Idioms |
sadece güzel/yakışıklı olmak |
be just another pretty face v.
|
|
| 447 |
Idioms |
sadece güzel bir yüz olmak |
be just another pretty face v.
|
|
| 448 |
Idioms |
sadece güzel/yakışıklı olmak |
be just a pretty face v.
|
|
| 449 |
Idioms |
biriyle sadece aşina olmak |
be on nodding terms with somebody v.
|
|
| 450 |
Idioms |
(biriyle) sadece aşina olmak |
be on nodding terms (with someone) v.
|
|
| 451 |
Idioms |
sadece allah'a havale etmek |
let go and let god v.
|
|
| 452 |
Idioms |
sadece güzel veya yakışıklı değil aynı zamanda akıllı da/yetenekli de/başarılı da olmak |
be not just another pretty face v.
|
|
| 453 |
Idioms |
sadece iş olsun diye katılmak |
go along for the ride v.
|
|
| 454 |
Idioms |
sadece iş olsun diye katılmak |
come along for the ride v.
|
|
| 455 |
Idioms |
sadece yola/yolda eşlik etmek |
come along for the ride v.
|
|
| 456 |
Idioms |
sadece yola/yolda eşlik etmek |
go along for the ride v.
|
|
| 457 |
Idioms |
sadece iş olsun diye katılmak |
go along for the ride v.
|
|
| 458 |
Idioms |
sadece yola/yolda eşlik etmek |
go along for the ride v.
|
|
| 459 |
Idioms |
sadece yola/yolda eşlik etmek |
come along for the ride v.
|
|
| 460 |
Idioms |
sadece iş olsun diye katılmak |
come along for the ride v.
|
|
| 461 |
Idioms |
sadece kafasında büyütmek |
be all in the mind v.
|
|
| 462 |
Idioms |
sadece kafasında büyütmek |
be all in the mind v.
|
|
| 463 |
Idioms |
sadece kuru gürültü olmak |
be all hat and no cattle [us] v.
|
|
| 464 |
Idioms |
sadece kafasında büyütmek |
be all in somebody's mind v.
|
|
| 465 |
Idioms |
sadece kafasında büyütmek |
be all in one's the mind v.
|
|
| 466 |
Idioms |
sadece güzel/yakışıklı olmamak (aynı zamanda akıllı, yetenekli olmak) |
be not just a pretty face v.
|
|
| 467 |
Idioms |
sadece biri/bir şey tarafından geçilmek |
be second only to somebody/something v.
|
|
| 468 |
Idioms |
sadece bir rakibi olmak |
be second only to somebody/something v.
|
|
| 469 |
Idioms |
sadece yola/yolda eşlik etmek |
go along for the ride v.
|
|
| 470 |
Idioms |
sadece yola/yolda eşlik etmek |
be along for the ride v.
|
|
| 471 |
Idioms |
sadece beyazların yaşadığı (bölge) |
lily-white adj.
|
|
| 472 |
Idioms |
sadece |
neither more nor less than adv.
|
|
| 473 |
Idioms |
tesadüfen sadece bir iki defa karşılaşıp bir daha asla karşılaşmayacak iki insan gibi |
like ships that pass in the night expr.
|
|
| 474 |
Idioms |
(büyütülecek bir şey değil) sadece |
be all in one's mind expr.
|
|
| 475 |
Idioms |
sadece gıcıklık olsun diye tartışma |
arguing for the sake of arguing expr.
|
|
| 476 |
Idioms |
sadece tartışmış olmak için tartışma |
arguing for the sake of arguing expr.
|
|
| 477 |
Idioms |
sadece tartışmış olmak için tartışma |
arguing for the sake of argument expr.
|
|
| 478 |
Idioms |
sadece gıcıklık olsun diye tartışma |
arguing for the sake of argument expr.
|
|
| 479 |
Idioms |
sadece iş (ile ilgili) |
strictly business expr.
|
|
| 480 |
Idioms |
sadece sözde/ lafta |
in name only expr.
|
|
| 481 |
Idioms |
(bu sadece) buzdağının görünen kısmı |
just the tip of the iceberg expr.
|
|
| 482 |
Idioms |
(bu sadece) buzdağının görünen ucu |
just the tip of the iceberg expr.
|
|
| 483 |
Idioms |
sadece güzel/yakışıklı değil (akıllı da) |
not be just a pretty face expr.
|
|
| 484 |
Idioms |
doğruları söylüyorum sadece |
I'm just truth-telling expr.
|
|
| 485 |
Idioms |
sadece şunu diyorum |
(I'm) just saying expr.
|
|
| 486 |
Idioms |
sadece kendilerine |
all to themselves expr.
|
|
| 487 |
Idioms |
sadece kendine |
all to yourself expr.
|
|
| 488 |
Idioms |
sadece kendine |
all to herself expr.
|
|
| 489 |
Idioms |
(sadece) bir tuşa basarak/tıklayarak |
at the touch of a button expr.
|
|
| 490 |
Idioms |
sadece kuru gürültü |
all hat and no cattle [us] expr.
|
|
| 491 |
Idioms |
sadece şans |
(good) old-fashioned luck expr.
|
|
| 492 |
Idioms |
ben sadece insanım |
I'm only/one's own flesh and blood expr.
|
|
| 493 |
Idioms |
(sadece) eğlencesine |
(just) for the devil of it expr.
|
|
| 494 |
Idioms |
(sadece) kötü bir gün |
(just) one of those days expr.
|
|
| 495 |
Idioms |
(sadece) eğlence olsun diye |
(just) for the devil of it expr.
|
|
| 496 |
Idioms |
(sadece) zor bir gün |
(just) one of those days expr.
|
|
| 497 |
Idioms |
(sadece) her şeyin ters gittiği bir gün |
(just) one of those days expr.
|
|
| 498 |
Idioms |
(sadece) zevk için |
(just) for the devil of it expr.
|
|
| 499 |
Idioms |
sadece zaman meselesi |
only a question of time expr.
|
|
| 500 |
Idioms |
sadece zaman meselesi |
just a question of time expr.
|
|
