|
Kategorie |
Türkisch |
Englisch |
|
General |
|
1 |
General |
yalnızca ünvanı olan kimse |
titular n.
|
|
2 |
General |
iki kez tekrarlanması gereken bir harfin yalnızca bir kez yazılması |
haplography n.
|
|
3 |
General |
yalnızca başarılı rekabetçinin ödüllendirildiği çekişme |
winner takes all n.
|
|
4 |
General |
yalnızca vergi iade |
tax only refund n.
|
|
5 |
General |
gerçeği, tüm gerçeği ve yalnızca gerçeği |
the truth, the whole truth and nothing but the truth n.
|
|
6 |
General |
kuzey afrika'da erkeklerin başlarına sardıkları ve yalnızca gözlerini açıkta bırakan sargı |
cheche n.
|
|
7 |
General |
kuzey afrika'da erkeklerin başlarına sardıkları ve yalnızca gözlerini açıkta bırakan sargı |
cheich n.
|
|
8 |
General |
kuzey afrika'da erkeklerin başlarına sardıkları ve yalnızca gözlerini açıkta bırakan sargı |
tagelmust n.
|
|
9 |
General |
hıristiyan bazilikalarında kutsal yönü belirleyen (doğu) apsisin önünde yer alan, yalnızca ruhban sınıfının kullanabildiği kutsal mekan |
bema n.
|
|
10 |
General |
elizabet ingiltere'sinde yalnızca üst sosyal konumdaki kişilerin giyebildikleri kırmızı renkli kostüm |
crimson clothing n.
|
|
11 |
General |
insan davranışının yalnızca bireyin genleri ve bir takım psikolojik faktörlerin etkisiyle oluştuğuna ve kontrol edildiğine inanan görüş |
biodeterminism n.
|
|
|
12 |
General |
yalnızca unvandan ibaret olma |
titularity n.
|
|
13 |
General |
kıyafetleri yalnızca yıkayan çamaşırhane |
bagwash n.
|
|
14 |
General |
yalnızca başında durulduğunda yapılan iş |
eyeservice n.
|
|
15 |
General |
yalnızca mevcut kurallara göre davranan kimse |
jobsworth n.
|
|
16 |
General |
yalnızca birkaç yüz mikrometrelik çapı bulunan ve kan gibi sıvılarda süspansiyon halinde tutulabilen çok küçük kabarcık |
microbubble n.
|
|
17 |
General |
yalnızca hava ile yaşamanın mümkün olduğuna inanan kimse |
breatharian n.
|
|
18 |
General |
kafanın kenarlarındaki saçların kazınıp yalnızca orta kısımdaki saçların bırakıldığı bir saç kesimi |
mohawk haircut n.
|
|
19 |
General |
yalnızca ay'ın evreleri ile belirlenen ve doğrudan gözlemlenebilen ay |
moon month n.
|
|
20 |
General |
yalnızca sözle teselli eden kimse |
lip comforter n.
|
|
21 |
General |
(yalnızca ay ışığında) uyurgezerlik |
lunambulism n.
|
|
22 |
General |
doğal dünyayı yalnızca bir araştırma nesnesi olarak görme |
objectification n.
|
|
23 |
General |
yalnızca etkileri gözlenip neden olan etkenleri ve doğası belirlenemeyen nitelikler |
occult qualities n.
|
|
24 |
General |
yan masrafları bulunan, yalnızca görüntüde hediye olan şey |
gift horse n.
|
|
25 |
General |
yalnızca vulkanizasyon için gerekli maddeleri bulunduran kauçuk bileşimi |
gum n.
|
|
26 |
General |
yalnızca vulkanizasyon için gerekli maddeleri içeren kauçuk bileşimi |
pure gum n.
|
|
27 |
General |
yalnızca vulkanizasyon için gerekli maddeleri içeren kauçuk bileşimi |
high gum n.
|
|
28 |
General |
yalnızca telefonla çağırıldığında müşteri taşıma yetkisi olduğu halde yoldan da müşteri alan taksi |
gypsy n.
|
|
29 |
General |
yalnızca telefonla çağırıldığında müşteri taşıma yetkisi olduğu halde yoldan da müşteri alan taksi |
gypsy cab n.
|
|
30 |
General |
(yalnızca fransızcadan alınan kalıp ifadelerde) fikir |
ide n.
|
|
31 |
General |
yalnızca bir kez gerçekleşen şey |
one-shot n.
|
|
32 |
General |
yalnızca bir kez yapılan şey |
one-shot n.
|
|
33 |
General |
yalnızca bir kez kullanılan şey |
one-shot n.
|
|
34 |
General |
yalnızca bir konuyu düşünebilme |
one-track mind n.
|
|
35 |
General |
canlının yalnızca gelişiminin erken bir safhasında veya atalarında işlevini koruyan parçasının kalıntıları |
rudiment n.
|
|
36 |
General |
ayakları yalnızca ayak ucundan ve topuktan saran alçak topuklu bir ayakkabı |
court n.
|
|
37 |
General |
kafanın iki yanının tıraşlanıp yalnızca ortada şerit bırakılan bir saç şekli |
iroquois n.
|
|
38 |
General |
yalnızca kendi çıkarını düşünen kimse |
politician n.
|
|
39 |
General |
insan davranışının yalnızca bireyin genleri ve birtakım psikolojik faktörlerin etkisiyle oluştuğuna ve kontrol edildiğine inanan görüş |
biological determinism n.
|
|
40 |
General |
yalnızca bir ucundan girilebilen geçit |
cul n.
|
|
41 |
General |
yalnızca eğlendiren şey |
pap n.
|
|
42 |
General |
yalnızca ödül için yarışan kimse |
pothunter n.
|
|
43 |
General |
yalnızca oy kullanan firma yönetim kurulu üyesi |
corporate member n.
|
|
44 |
General |
yalnızca ön tarafında numara bulunan kitap sayfası |
folio n.
|
|
45 |
General |
yalnızca ön tarafından numaralandırılmış olan kitap sayfasına ait numara |
folio n.
|
|
46 |
General |
isa'nın yalnızca cennetlik kimseleri günahlarından arındırıp kurtaracağı öğretisine inanan kimse |
partialist n.
|
|
47 |
General |
isa'nın yalnızca cennetlikleri günahlarından arındırıp kurtaracağı öğretisi |
particularism n.
|
|
48 |
General |
yalnızca düz oval zemine işlenen ve arka kısmı hafif yuvarlak olan mücevher |
scaraboid n.
|
|
49 |
General |
yalnızca kendini düşünme |
self-involvement n.
|
|
50 |
General |
vücudun yalnızca bir bölümünü örten ve genellikle takım olmayan parçalarla kombinlenen kadın giysisi |
separates n.
|
|
51 |
General |
kişinin yalnızca sermayesini sunduğu ortaklık biçimi |
silent partnership n.
|
|
|
52 |
General |
(yalnızca fırça darbesi ile yazılmış) gravür veya baskı provası |
skeleton proof n.
|
|
53 |
General |
misafirlerin yiyecek ve içeceklerin yalnızca kokularıyla yetinmek zorunda kaldığı ziyafet |
smell-feast n.
|
|
54 |
General |
yalnızca erkeklere açık konser |
smoker [uk] n.
|
|
55 |
General |
genellikle yalnızca yeşil ve kırmızı renklerinden oluşan ufak gökkuşağı |
supernumerary rainbow n.
|
|
56 |
General |
yalnızca kendi yetenekleriyle idare etmek zorunda kalmak |
be thrown back on one's own resources v.
|
|
57 |
General |
yalnızca birinin kullanılacağı iki rezervasyon yaptırmak |
double-book v.
|
|
58 |
General |
yalnızca bir dil konuşan |
monolingual adj.
|
|
59 |
General |
yalnızca kendi çıkarlarını düşünen |
small adj.
|
|
60 |
General |
yalnızca kendi çıkarlarını düşünen |
small-minded adj.
|
|
61 |
General |
yalnızca kendi çıkarlarını düşünen |
thinking only of one's own interests adj.
|
|
62 |
General |
genellikle yalnızca programcılar veya yöneticiler tarafından erişilebilen bir yazılım sistemi ile ilgili |
back-end adj.
|
|
63 |
General |
(bazı dini topluluklarda) yalnızca sandalet giyen |
barefoot adj.
|
|
64 |
General |
(bazı dini topluluklarda) yalnızca sandalet giyen |
barefooted adj.
|
|
65 |
General |
yalnızca siyahilerle ilgili |
black-on-black adj.
|
|
66 |
General |
(pul koleksiyonculuğu) yalnızca koleksiyonerler için basılan bir seriye ait |
bogus adj.
|
|
67 |
General |
yalnızca görünüşte doğru olan |
fair adj.
|
|
68 |
General |
yalnızca iyi havada kullanılan |
fair-weather adj.
|
|
69 |
General |
yalnızca kendi çabasına ve kaynaklarına güvenen |
bootstrap adj.
|
|
70 |
General |
yalnızca hava ile yaşamanın mümkün olduğuna inanmaya ait |
breatharian adj.
|
|
71 |
General |
yalnızca hava ile yaşamanın mümkün olduğuna inanma ile ilgili |
breatharian adj.
|
|
72 |
General |
yalnızca üyeliğe kabul edilen kimselerce bilinen veya uygulanan ritüeli bulunan |
mystic adj.
|
|
73 |
General |
yalnızca üyeliğe kabul edilen kimselerce bilinen veya uygulanan ritüeli bulunan |
mystical adj.
|
|
74 |
General |
yalnızca döllenmeden sonra gelişebilen |
gamic adj.
|
|
75 |
General |
yalnızca sağ gözü olan |
right-eyed adj.
|
|
76 |
General |
yalnızca bolluk zamanındayken ve zorluk veya tehlike yokken faal, etkili, elverişli veya sadık olan |
fair-weather adj.
|
|
77 |
General |
(gıda etiketinde) yalnızca süt yağı içeren |
dairy [uk] adj.
|
|
78 |
General |
yalnızca masa başı iş yapan |
deskbound adj.
|
|
79 |
General |
yalnızca tek seferlik mevcut olan |
one-shot adj.
|
|
80 |
General |
yalnızca bir kez gerçekleşen |
one-shot adj.
|
|
81 |
General |
yalnızca bir kez sergilenen |
one-shot adj.
|
|
82 |
General |
yalnızca bir kez üretilen |
one-shot adj.
|
|
83 |
General |
yalnızca bir kez sahnelenen |
one-shot adj.
|
|
84 |
General |
yalnızca bir kez yapılan |
one-time adj.
|
|
85 |
General |
yalnızca bir kez gerçekleşen |
one-time adj.
|
|
86 |
General |
yalnızca bir boyutu olan |
one-dimensional adj.
|
|
87 |
General |
duygusal olarak yalnızca tek bir erkeğe bağlı |
one-man adj.
|
|
88 |
General |
yalnızca tek bir erkekle romantik ilişki yaşayan |
one-man adj.
|
|
89 |
General |
iki kişinin yalnızca birbiriyle kurduğu ilişkiye dair |
one-one [us] adj.
|
|
90 |
General |
yalnızca tek seferlik mevcut olan |
one-shot adj.
|
|
91 |
General |
yalnızca bir kez gerçekleşen |
one-shot adj.
|
|
92 |
General |
yalnızca bir kez gerçekleşen |
onetime adj.
|
|
93 |
General |
yalnızca bir kez yapılan |
onetime adj.
|
|
94 |
General |
yalnızca bir kez gerçekleşen |
one-time adj.
|
|
95 |
General |
yalnızca bir kez yapılan |
one-time adj.
|
|
96 |
General |
kısıtlı dikkati yalnızca bir şeye yönlendiren |
one-track adj.
|
|
97 |
General |
kendini yalnızca bir şeye kaptıran |
one-track adj.
|
|
98 |
General |
yalnızca bir tarafta bulunan |
one-way adj.
|
|
99 |
General |
mümkün olan iki veya daha fazla yöntemden yalnızca biri işe yarayan |
one-way adj.
|
|
100 |
General |
duygusal olarak yalnızca tek bir kadına bağlı |
one-woman adj.
|
|
101 |
General |
yalnızca tek bir kadınla romantik ilişki yaşayan |
one-woman adj.
|
|
102 |
General |
yalnızca belirli bir grubun bildiği |
in adj.
|
|
103 |
General |
yalnızca nitelikli veya onaylanan kimselere açık |
clubby adj.
|
|
104 |
General |
yalnızca rüyalarda var olan |
dreamt adj.
|
|
105 |
General |
yalnızca bireyin zihninde bulunan |
internal adj.
|
|
106 |
General |
yalnızca üyelerin anlayabileceği |
intramural adj.
|
|
107 |
General |
yalnızca üyeleri kapsayan |
intramural adj.
|
|
108 |
General |
(hayvan figürü) yukarı kalkık ve yalnızca üst kısmı görünen |
issuant adj.
|
|
109 |
General |
yalnızca en güçlünün başarılı olacağı (rekabet) |
darwinian adj.
|
|
110 |
General |
yalnızca acil ihtiyaçlarla ilgili |
day-to-day adj.
|
|
111 |
General |
yalnızca acil arzularla ilgili |
day-to-day adj.
|
|
112 |
General |
yalnızca yerel çıkarlara hizmet eden |
parish pump adj.
|
|
113 |
General |
yalnızca düz oval zemine işlenen ve arka kısmı hafif yuvarlak olan bir mücevhere ait |
scaraboid adj.
|
|
114 |
General |
yalnızca düz oval zemine işlenen ve arka kısmı hafif yuvarlak olan bir mücevheri oluşturan |
scaraboid adj.
|
|
115 |
General |
yalnızca kendini düşünen |
selfish adj.
|
|
116 |
General |
yalnızca duyu modalitesi ile deneyimlenebilecek olana yönelmiş |
sensate adj.
|
|
117 |
General |
yalnızca fiziken var olan |
shadow adj.
|
|
118 |
General |
yalnızca elle çizilen |
free-handed adj.
|
|
119 |
General |
yalnızca tatlı suya alışkın olan |
fresh-water adj.
|
|
120 |
General |
yalnızca kenarları saydam olan |
subtranslucent adj.
|
|
121 |
General |
yalnızca kenarları şeffaf |
subtranslucent adj.
|
|
122 |
General |
yalnızca nadiren |
only rarely adv.
|
|
123 |
General |
yalnızca kısmen |
meanly [obsolete] adv.
|
|
124 |
General |
yalnızca o değil öbürü de |
not...but conj.
|
|
125 |
General |
yalnızca biri tarafından anlamı veren ön ek |
mon- pref.
|
|
126 |
General |
yalnızca birinden anlamı veren ön ek |
mon- pref.
|
|
127 |
General |
tek seferde yalnızca bir tane anlamı veren ön ek |
mon- pref.
|
|
128 |
General |
her seferinde yalnızca bir kez anlamı veren ön ek |
mono- pref.
|
|
129 |
General |
yalnızca anlamına gelen ön ek |
soli- pref.
|
|
Phrasals |
|
130 |
Phrasals |
'-e kadar soyunmak (üzerinde yalnızca bazı kıyafetleri kalana kadar soyunmak) |
strip down (to) v.
|
|
131 |
Phrasals |
-e kadar soymak (üzerinde yalnızca bazı kıyafetleri kalana kadar soymak) |
strip down (to) v.
|
|
Phrases |
|
132 |
Phrases |
birçok seçenekten yalnızca/sadece biri |
just one option among many n.
|
|
133 |
Phrases |
bir şarkıyı yalnızca duyup/dinleyip (çalma) |
by ear adv.
|
|
134 |
Phrases |
yalnızca/ancak/sadece (bir şey) (yapabilmek/yapmak) |
can but expr.
|
|
135 |
Phrases |
yapacağı yalnızca/sadece/ancak (bir şey) (olmak/kalmak) |
can but expr.
|
|
136 |
Phrases |
bu belge yalnızca bilgi amaçlıdır |
this document is for information purpose only expr.
|
|
137 |
Phrases |
yalnızca ikimiz |
only two of us expr.
|
|
138 |
Phrases |
yalnızca irade gücüyle |
by sheer force of will expr.
|
|
139 |
Phrases |
yalnızca/sadece … için olsa bile |
even if only expr.
|
|
140 |
Phrases |
yalnızca/sadece … için de olsa |
even if only expr.
|
|
141 |
Phrases |
yalnızca/sadece … için bile olsa |
even if only expr.
|
|
142 |
Phrases |
yalnızca/sadece … için dahi olsa |
even if only expr.
|
|
Proverb |
|
143 |
Proverb |
güzellik yalnızca dış görünüştedir |
beauty is only skin deep
|
|
144 |
Proverb |
samimiyetsiz/iki yüzlü insanlar yalnızca iyi günde dostluk eder |
a false friend and a shadow stay only while the sun shines
|
|
145 |
Proverb |
yalnızca kendini düşünen biri kısır kalır/gelişemez |
a man wrapped up in himself makes a very small bundle
|
|
146 |
Proverb |
şans, yalnızca hazır olan zihinlere güler |
chance favors the prepared mind
|
|
147 |
Proverb |
yalnızca aptallar ve atlar çalışır |
only fools and horses work
|
|
148 |
Proverb |
yalnızca iyiler erken ölür |
only the good die young
|
|
Colloquial |
|
149 |
Colloquial |
cinsiyetini yalnızca/özellikle erkek ya da yalnızca/özellikle kadın olarak tanımlayan kimse |
binary n.
|
|
150 |
Colloquial |
yalnızca şans |
pure luck n.
|
|
151 |
Colloquial |
yalnızca kısmen işe yaramak |
only do so much v.
|
|
152 |
Colloquial |
yalnızca tek bir kelimenin parçası olan (bulmaca karesi) |
unchecked adj.
|
|
153 |
Colloquial |
yalnızca kendini düşünen |
full of oneself adj.
|
|
154 |
Colloquial |
yalnızca kendinden konuşan |
full of oneself adj.
|
|
155 |
Colloquial |
yalnızca güzel değil zeki de |
not just a pretty face expr.
|
|
156 |
Colloquial |
yalnızca parmağının ucuyla alman yeterli |
just a dab'll do ya expr.
|
|
157 |
Colloquial |
yalnızca kendine |
(all) to yourself expr.
|
|
158 |
Colloquial |
(yalnızca) tanrı/allah bilir |
lord (only) knows (what, where, why) expr.
|
|
159 |
Colloquial |
(bana sorma) ben yalnızca bir çalışanım |
(don't ask me,) I only work here expr.
|
|
160 |
Colloquial |
yalnızca (bir şey) |
all of (something) expr.
|
|
161 |
Colloquial |
yalnızca (bir şey) |
all of (something) expr.
|
|
162 |
Colloquial |
yalnızca (bir şey) |
nothing more than (something) expr.
|
|
Idioms |
|
163 |
Idioms |
yalnızca peşin parayla çalışma |
cash only n.
|
|
164 |
Idioms |
bir şeyin yalnızca bir bölümü |
the half of it n.
|
|
165 |
Idioms |
yalnızca yarısı |
the half of it n.
|
|
166 |
Idioms |
herkese yalnızca bir tane |
one per customer n.
|
|
167 |
Idioms |
herkese yalnızca bir tane |
one to a customer n.
|
|
168 |
Idioms |
yalnızca en gerekli eşyalar |
bare necessities n.
|
|
169 |
Idioms |
yalnızca bir insan vücudu |
flesh and blood n.
|
|
170 |
Idioms |
yalnızca insan |
flesh and blood n.
|
|
171 |
Idioms |
yalnızca iş gücü olarak kullanılanlar |
hewers of wood and drawers of water n.
|
|
172 |
Idioms |
bir işin yalnızca geliriyle gideriyle ilgilenen kimse |
a bean counter n.
|
|
173 |
Idioms |
yalnızca sağladığı kazancı düşünen kimse |
a bean counter n.
|
|
174 |
Idioms |
yalnızca belli bir sendikanın üyelerinin çalışabildiği fabrika, işyeri |
a closed shop n.
|
|
175 |
Idioms |
yalnızca kendini düşünmek |
be full of oneself v.
|
|
176 |
Idioms |
yalnızca kendinden konuşmak |
be full of oneself v.
|
|
177 |
Idioms |
yalnızca aletleri kullanarak uçmak |
be flying blind v.
|
|
178 |
Idioms |
(yarış atı) tek bir atın katıldığı bir yarışta kazanmak için yalnızca hipodromu baştan başa yürümek |
walk over the course v.
|
|
179 |
Idioms |
hep/yalnızca doğru yolu seçmek |
keep on the straight and narrow v.
|
|
180 |
Idioms |
hep/yalnızca doğru yolu seçmek |
keep to straight and narrow v.
|
|
181 |
Idioms |
hep/yalnızca doğru yolu seçmek |
stay on the straight and narrow v.
|
|
182 |
Idioms |
yalnızca insan olmak |
be flesh and blood v.
|
|
183 |
Idioms |
yalnızca kafasının içinde olmak/kurmak |
be all in the mind v.
|
|
184 |
Idioms |
yalnızca kafasının içinde olmak/kurmak |
be all in one's the mind v.
|
|
185 |
Idioms |
yalnızca kafasının içinde olmak/kurmak |
be all in somebody's mind v.
|
|
186 |
Idioms |
yalnızca kafasının içinde olmak/kurmak |
be all in the mind v.
|
|
187 |
Idioms |
yalnızca belli bir grupla görüşmek |
circle the wagons v.
|
|
188 |
Idioms |
yalnızca bir çanta/bavul eşyayla hayatını sürdürmek |
live out of one's suitcase v.
|
|
189 |
Idioms |
yalnızca bir çanta/bavul eşyayla hayatını sürdürmek |
live out of a suitcase v.
|
|
190 |
Idioms |
gözü yalnızca (bir şeyi) görmek |
only have eyes for (something) v.
|
|
191 |
Idioms |
yalnızca kendiyle ve kendi problemleriyle ilgilenmek |
see no further than (the end of) (one's) (own) nose v.
|
|
192 |
Idioms |
yalnızca küçük işlerde başarılı |
penny wise adj.
|
|
193 |
Idioms |
yalnızca ona ait |
to call one's own expr.
|
|
194 |
Idioms |
insan yalnızca bir kere ölür |
a man can only die once expr.
|
|
195 |
Idioms |
yalnızca bir hayal |
(no more than) the man in the moon expr.
|
|
196 |
Idioms |
yalnızca bir hayal ürünü |
(no more than) the man in the moon expr.
|
|
197 |
Idioms |
bir şeyin yalnızca dış görünüşünü düzeltmek hiçbir şeyi değiştirmez |
nail polish on a hangnail expr.
|
|
198 |
Idioms |
(yalnızca) zaman gösterir |
(only) time will tell expr.
|
|
199 |
Idioms |
(yalnızca) zaman gösterecek |
(only) time will tell expr.
|
|
200 |
Idioms |
(yalnızca) zaman gösterir |
time (alone) will tell expr.
|
|
201 |
Idioms |
(yalnızca) zaman gösterecek |
time (alone) will tell expr.
|
|
202 |
Idioms |
reçetesiz satılmasına rağmen eczacı tarafından hazırlanan/yalnızca yetkili kişinin erişebileceği alanda bulunan (ilaçlar) |
behind the counter expr.
|
|
203 |
Idioms |
yalnızca güzel değil zeki de |
more than just a pretty face expr.
|
|
Speaking |
|
204 |
Speaking |
beni yalnızca tanrı yargılayabilir |
only god can judge me expr.
|
|
205 |
Speaking |
beni yalnızca tanrı yargılar |
only god can judge me expr.
|
|
206 |
Speaking |
doğruyu yalnızca doğruyu |
the whole truth nothing but the truth expr.
|
|
207 |
Speaking |
tanrı'nın huzurunda yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz? |
do you swear to tell the truth the whole truth nothing but the truth so help you god? expr.
|
|
208 |
Speaking |
yalnızca bir kez oynadık |
we only played it once expr.
|
|
209 |
Speaking |
yalnızca ben |
me only expr.
|
|
210 |
Speaking |
yalnızca birlikte olalım istiyorum |
I just want us to be together expr.
|
|
Trade/Economic |
|
211 |
Trade/Economic |
yalnızca bağlı satış kapsamında bulunan ürün veya satın alma hakkı |
tie-in n.
|
|
212 |
Trade/Economic |
abd'de belirli hükümet sözleşmelerinin yalnızca küçük işletmelere verilebileceğini belirten yasal düzenleme |
set-aside program n.
|
|
213 |
Trade/Economic |
avrupa ortak pazarı veya yalnızca ortak pazar |
european common market n.
|
|
214 |
Trade/Economic |
birbiriyle iş yapan birbirine akrabalık ortaklık vb bağlarla bağlı bulunmayan kimselerin bağımsız biçimde hareket ederek yalnızca kendi çıkarlarını düşünecekleri kuralı |
arm's length principle n.
|
|
215 |
Trade/Economic |
fiyat politikasının yalnızca en az tercih edilen müşterilerin işlem yapmasına yol açması durumu |
complete specialization n.
|
|
216 |
Trade/Economic |
vadesi belli olmayan ve yalnızca faizi ödenen devlet tahvili |
consolidated annuities n.
|
|
217 |
Trade/Economic |
yalnızca alınan para |
barren money n.
|
|
218 |
Trade/Economic |
yalnızca kar edildiğinde faiz ödenmesini gerektiren tahviller |
income bond n.
|
|
219 |
Trade/Economic |
yalnızca bir gün için geçerli borsa emri |
day order n.
|
|
220 |
Trade/Economic |
yalnızca gidiş ücreti |
single fare n.
|
|
221 |
Trade/Economic |
yalnızca referans kolaylığı (sağlaması) için |
for ease of reference only n.
|
|
222 |
Trade/Economic |
yalnızca zarar olasılığıyla ilgili bulunan risk |
pure risk n.
|
|
223 |
Trade/Economic |
yalnızca bankalarda bozdurulabilen çek |
crossed cheque n.
|
|
224 |
Trade/Economic |
yalnızca asıl borçlu tarafından ödenebilen ciro edilebilir senet |
obligatory bill n.
|
|
225 |
Trade/Economic |
yalnızca belirli zamanlarda içki satmak için verilen ruhsat |
occasional licence [uk] n.
|
|
226 |
Trade/Economic |
yalnızca koleksiyoncuların kullandığı, andorra'ya özgü bir değer birimi |
diner n.
|
|
227 |
Trade/Economic |
vergiden muaf şekilde ithal edilen ve yalnızca gümrüksüz satış mağazalarında satılabilen ticari mallar |
duty-free goods n.
|
|
228 |
Trade/Economic |
koruyucu gümrük vergilerinden muaf olup yalnızca gelir amaçlı gümrük tarifelerine tabi olan uluslararası ticaret |
free trade n.
|
|
229 |
Trade/Economic |
(ödemenin yalnızca banka yoluyla yapılabileceğini göstermek için) çeke iki paralel çizgi çizmek |
cross [uk] v.
|
|
230 |
Trade/Economic |
yalnızca masraf veya kazançlarla ilgili |
bottom-line adj.
|
|
231 |
Trade/Economic |
yalnızca düşük değerli paralara sahip olan |
obolary [obsolete] adj.
|
|
232 |
Trade/Economic |
şirketler mukayyidi'ne yalnızca satış amacıyla tescil edilmiş (şirket) |
off the shelf adj.
|
|
233 |
Trade/Economic |
aynı anda yalnızca bir kişinin tükettiği (mal) |
rivalrous adj.
|
|
234 |
Trade/Economic |
yalnızca tek bir şirketin ürünlerini satan (perakende satış yeri) |
solus adj.
|
|
Law |
|
235 |
Law |
yalnızca sendika üyeleri adına toplu görüşme |
bargaining for members only n.
|
|
236 |
Law |
yalnızca taşınır malları miras alan kimse |
heir [scotland] n.
|
|
237 |
Law |
(ingiliz hukuku'nda eskiden) manevi hakların yalnızca senetle devredilmesi |
grant n.
|
|
238 |
Law |
orijinal üyelerinden geriye yalnızca küçük bir kısım kaldığından temsiliyet gücünü veya otoritesini kaybetmiş yasama organı |
rump n.
|
|
239 |
Law |
(rekabet piyasasında) yalnızca birkaç alıcının olması |
oligopsony n.
|
|
240 |
Law |
hukukta kullanılan kelime ve ifadelerin yalnızca mutlak anlamlarını kabul etme |
constructionism n.
|
|
241 |
Law |
yalnızca miras bırakanın fürularına aktarılabilen arazi mülkiyeti |
fee tail n.
|
|
242 |
Law |
yalnızca miras bırakanın fürularına aktarılabilen arazi |
fee tail n.
|
|
243 |
Law |
yalnızca ingiliz barosunda görev alma yetkisi veren dört kuruluştan biri |
inns of court n.
|
|
244 |
Law |
ihtilaflı konuların yalnızca bir kısmını kapsayan hüküm |
partial verdict n.
|
|
245 |
Law |
kamuya mal oluşu nedeniyle yalnızca aleyhine kanıt sunulması halinde dava açılabilen kimse |
public figure n.
|
|
246 |
Law |
velayetin yalnızca ufak bir bölümünü içeren |
noncustodial adj.
|
|
247 |
Law |
yalnızca bir kişinin eylemini içeren |
one-sided adj.
|
|
248 |
Law |
yalnızca olağan sebeplerle ve hakimin takdirine bağlı olmaksızın verilecek şekilde |
as of course adv.
|
|
Politics |
|
249 |
Politics |
işçi sınıflarının mücadelesinin yalnızca yaşam standartlarını iyileştirmek için iktisadi bir mücadele olmasını, siyasi reformların yapılmaması gerektiğini savunan görüş |
economism n.
|
|
250 |
Politics |
biyoterörizm vakalarında yalnızca enfekte olan kişilerin ve temaslıların aşılandığı savunma stratejisi |
ring containment n.
|
|
251 |
Politics |
yalnızca abd hükümetinin desteklediği banknot paraları kullanan kimse |
greenbacker n.
|
|
252 |
Politics |
yalnızca bir dönemlik hizmet vermesi beklenen parlamento üyesi |
oncer [australia] n.
|
|
253 |
Politics |
1900'de avrupa'nın başlıca devletleri, abd ve japonya arasında yapılan ve doğu'da yalnızca çin'e karşı ortak hareket edileceğini ifade eden anlaşma |
concert of the powers n.
|
|
254 |
Politics |
siyasetçinin ima yolu ile yalnızca belirli bir kesime dokundurduğu beyan |
dog-whistle n.
|
|
255 |
Politics |
yalnızca kısa vadede gerçekleşmesi mümkün görülen hedefler için çalışan siyasi parti üyesi |
possibilist n.
|
|
256 |
Politics |
yalnızca borcu veren ülkenin ürünlerini veya hizmetlerini alma koşuluyla para alan |
tied adj.
|
|
257 |
Politics |
yalnızca yetkili personel tarafından erişilebilen |
top-secret adj.
|
|
258 |
Politics |
yalnızca yetkili personel tarafından bilinen |
top-secret adj.
|
|
259 |
Politics |
yalnızca yetkili personel tarafından erişilebilen |
top secret adj.
|
|
260 |
Politics |
yalnızca yetkili personel tarafından bilinen |
top secret adj.
|
|
261 |
Politics |
yalnızca siyahiler için |
jim-crow adj.
|
|
Media |
|
262 |
Media |
yalnızca yan bantları yayılan genlik modülasyonlu dalga |
suppressed carrier modulation n.
|
|
Technical |
|
263 |
Technical |
master kilit sistemi içerisinde bir alt-grup kilitten yalnızca birini açmak üzere ayarlanmış anahtar |
change key n.
|
|
264 |
Technical |
su ve gider bağlantısı olmayan, içerisinde yalnızca atık maddeyi kimyasal olarak etkisizleştirmek üzere sıvı dezenfektan bulunan klozet |
chemical closet [brit] n.
|
|
265 |
Technical |
su ve gider bağlantısı olmayan, içerisinde yalnızca atık maddeyi kimyasal olarak etkisizleştirmek üzere sıvı dezenfektan bulunan klozet |
chemical toilet [usa] n.
|
|
266 |
Technical |
yalnızca cam kırığı harmanı verme |
charging cullet only n.
|
|
267 |
Technical |
aynı anda yalnızca tek kişinin geçebildiği u veya v şeklinde bir kapı düzeneği |
kissing gate n.
|
|
268 |
Technical |
açıldığında yalnızca belirlenen miktar kadar sıvıyı akıtan vana |
measuring faucet n.
|
|
269 |
Technical |
sekstanta benzeyip yalnızca 45 derecelik bir açıya sahip, navigasyonda kullanılan bir alet |
octant n.
|
|
270 |
Technical |
kanıtlamaya çalışmaksızın dış nesnelerin gerçekliğini yalnızca fikirlere dayandırarak kabul eden düşünürler |
cosmothetic idealists n.
|
|
271 |
Technical |
yalnızca belirli moleküllerin geçişine izin veren bir zar türü |
selectively permeable membrane n.
|
|
272 |
Technical |
yalnızca sistemin mevcut durumuna bakılarak tahminlerin yapıldığı olasılıksal ve stokastik bir modele ait |
markovian adj.
|
|
273 |
Technical |
yalnızca sistemin mevcut durumuna bakılarak tahminlerin yapıldığı olasılıksal ve stokastik bir model ile ilişkili |
markovian adj.
|
|
274 |
Technical |
yalnızca tek bir darbe kullanan radar iletimi ile ilişkili |
monopulse adj.
|
|
275 |
Technical |
yalnızca hesaplama yapılan (laboratuvar) |
dry adj.
|
|
276 |
Technical |
yalnızca bir kısmı oksijenli olan |
semioxygenated adj.
|
|
Computer |
|
277 |
Computer |
programlanır yalnızca okunur bellek |
programmable read-only memory n.
|
|
278 |
Computer |
silinir programlanır yalnızca okunur bellek |
erasable programmable read-only memory n.
|
|
279 |
Computer |
yalnızca güvenlik duvarı |
firewall only n.
|
|
280 |
Computer |
yalnızca hatalar |
errors only n.
|
|
281 |
Computer |
yalnızca ağ |
network only n.
|
|
282 |
Computer |
yalnızca modem |
modem only n.
|
|
283 |
Computer |
yalnızca istemci |
client-only n.
|
|
284 |
Computer |
yalnızca kodlar |
scripts only n.
|
|
285 |
Computer |
yalnızca en uzunu |
largest only n.
|
|
286 |
Computer |
yalnızca metin ve artalan renkleri |
only text and background colors n.
|
|
287 |
Computer |
yalnızca alt anahtarlar |
subkeys only n.
|
|
288 |
Computer |
yalnızca başlık |
title only n.
|
|
289 |
Computer |
yalnızca ileti |
message only n.
|
|
290 |
Computer |
yalnızca başlık |
heading only n.
|
|
291 |
Computer |
yalnızca benim öğelerim |
only my items n.
|
|
292 |
Computer |
yalnızca canlandırmalar |
animations only n.
|
|
293 |
Computer |
yalnızca disketli sistem |
diskette-only system n.
|
|
294 |
Computer |
yalnızca kanatlar |
flaps only n.
|
|
295 |
Computer |
yalnızca metni koru |
keep text only n.
|
|
296 |
Computer |
yalnızca g/ç modu |
i/o only mode n.
|
|
297 |
Computer |
yalnızca tablolar |
only the tables n.
|
|
298 |
Computer |
yalnızca bir |
only one n.
|
|
299 |
Computer |
yalnızca düğme |
button only n.
|
|
300 |
Computer |
özel biçimlendirme olmaksızın yalnızca ascii karakterleri içeren metin dosyası |
ascii text file n.
|
|
301 |
Computer |
bloglar, vikiler, forumlar gibi etkileşimli deneyimlerin yalnızca bilgiye erişimden daha önemli bir rol oynadığı internet türü |
web 2.0 n.
|
|
302 |
Computer |
yalnızca başka sitelere verilen bağlantılardan oluşan internet sitesi |
link farm n.
|
|
303 |
Computer |
aynı dilin diğer versiyonlarından yalnızca küçük farklar gösteren programlama dili versiyonu |
dialect n.
|
|
304 |
Computer |
bilgisayarda yalnızca giriş doldurmak için kullanılan uydurma veri |
dummy n.
|
|
305 |
Computer |
yalnızca tek bir yüz ile kayıt yapan disk |
single-sided disk n.
|
|
306 |
Computer |
yalnızca okunur |
read-only adj.
|
|
307 |
Computer |
ekranın yalnızca bir kısmını kaplayan |
windowed adj.
|
|
308 |
Computer |
yalnızca belirli bir sürümün dosya ve ayarlarını içeren (sürüm paketi veya yazılım kurulumu) |
fresh adj.
|
|
309 |
Computer |
yalnızca paragraf |
paragraph only expr.
|
|
310 |
Computer |
yalnızca karşıdan yükle |
download only expr.
|
|
311 |
Computer |
yalnızca bütünlük |
integrity only expr.
|
|
312 |
Computer |
yalnızca renk |
color only expr.
|
|
313 |
Computer |
yalnızca davet et |
invite only expr.
|
|
314 |
Computer |
yalnızca bizim için |
just us chumps expr.
|
|
315 |
Computer |
yalnızca gruplar |
only groups expr.
|
|
316 |
Computer |
yalnızca yapı |
structure only expr.
|
|
317 |
Computer |
yalnızca resim |
picture only expr.
|
|
318 |
Computer |
yalnızca satır başı cr |
cr only expr.
|
|
319 |
Computer |
yalnızca tam sözcükleri bul |
find whole words only expr.
|
|
320 |
Computer |
yalnızca kuyruk |
tail only expr.
|
|
321 |
Computer |
yalnızca hücrelerde |
in cells only expr.
|
|
322 |
Computer |
yalnızca fotoğraf |
photo only expr.
|
|
323 |
Computer |
yalnızca ilk sayfa |
first page only expr.
|
|
324 |
Computer |
yalnızca eş |
peer only expr.
|
|
325 |
Computer |
yalnızca üst sayfa |
top page only expr.
|
|
326 |
Computer |
yalnızca görüntü |
video only expr.
|
|
327 |
Computer |
yalnızca doğrudan |
direct only expr.
|
|
328 |
Computer |
yalnızca ilk harfler büyük |
title case expr.
|
|
329 |
Computer |
yalnızca güvenli |
only secure expr.
|
|
330 |
Computer |
yalnızca tıklatıldığında |
only on mouse click expr.
|
|
331 |
Computer |
yalnızca üstbilgiler |
headers only expr.
|
|
332 |
Computer |
yalnızca özellikler |
properties only expr.
|
|
333 |
Computer |
yalnızca metin |
text only expr.
|
|
334 |
Computer |
yalnızca kendilerine ait olanlar |
only their own expr.
|
|
335 |
Computer |
yalnızca geri çek |
recall-only expr.
|
|
336 |
Computer |
yalnızca insan sesi |
voice only expr.
|
|
337 |
Computer |
yalnızca sola |
left only expr.
|
|
338 |
Computer |
yalnızca ilk harf büyük |
title case expr.
|
|
339 |
Computer |
yalnızca görünür hücreler |
visible cells only expr.
|
|
340 |
Computer |
yalnızca içerik |
contents only expr.
|
|
341 |
Computer |
yalnızca dosyaları göster |
show files only expr.
|
|
342 |
Computer |
yalnızca en büyüğe |
largest only expr.
|
|
343 |
Computer |
yalnızca güvenli olmayan |
only unsecure expr.
|
|
344 |
Computer |
yalnızca siyah ve beyaz |
pure black and white expr.
|
|
345 |
Computer |
yalnızca statik |
static only expr.
|
|
346 |
Computer |
yalnızca delta crl |
delta crl only expr.
|
|
347 |
Computer |
yalnızca benim için |
my use only expr.
|
|
348 |
Computer |
yalnızca hata günlüğünü tut |
log errors only expr.
|
|
349 |
Computer |
yalnızca birincil |
primary only expr.
|
|
350 |
Computer |
yalnızca özet |
summary only expr.
|
|
351 |
Computer |
yalnızca dtr |
dtr only expr.
|
|
352 |
Computer |
yalnızca gösterilecek |
show only expr.
|
|
353 |
Computer |
yalnızca geri çekme |
recall-only expr.
|
|
354 |
Computer |
yalnızca latince metin |
latin text only expr.
|
|
355 |
Computer |
yalnızca bootp |
bootp only expr.
|
|
356 |
Computer |
yalnızca klasik |
classic only expr.
|
|
357 |
Computer |
yalnızca ses |
audio only expr.
|
|
358 |
Computer |
yalnızca sol sayfa |
left page only expr.
|
|
359 |
Computer |
yalnızca bana gönderilen |
sent only to me expr.
|
|
360 |
Computer |
yalnızca adres |
address only expr.
|
|
361 |
Computer |
yalnızca dhcp |
dhcp only expr.
|
|
362 |
Computer |
yalnızca sağa |
right only expr.
|
|
363 |
Computer |
yalnızca bu anahtar |
this key only expr.
|
|
364 |
Computer |
yalnızca anahat olarak |
as outline only expr.
|
|
365 |
Computer |
yalnızca belgeler |
documents only expr.
|
|
366 |
Computer |
yalnızca görüntüle |
display only expr.
|
|
367 |
Computer |
yalnızca önizleme |
preview-only expr.
|
|
368 |
Computer |
yalnızca ayar |
settings only expr.
|
|
369 |
Computer |
yalnızca sözcükler |
words only expr.
|
|
370 |
Computer |
yalnızca üstbilgi |
headers only expr.
|
|
371 |
Computer |
yalnızca dosyala |
file only expr.
|
|
372 |
Computer |
yalnızca yükselt |
upgrade only expr.
|
|
373 |
Computer |
yalnızca biçimlendirme |
formatting only expr.
|
|
374 |
Computer |
yalnızca metin için |
text only expr.
|
|
375 |
Computer |
yalnızca sağ sayfa |
right page only expr.
|
|
376 |
Computer |
yalnızca çalışır olduğunda |
only when up expr.
|
|
377 |
Computer |
yalnızca 1. sayfa |
1st page only expr.
|
|
378 |
Computer |
yalnızca da |
ea only expr.
|
|
379 |
Computer |
yalnızca sahipleri |
owners only expr.
|
|
380 |
Computer |
yalnızca menüdeki |
menu only expr.
|
|
381 |
Computer |
yalnızca dosya |
files only expr.
|
|
382 |
Computer |
yalnızca geniş |
flatbed only expr.
|
|
383 |
Computer |
yalnızca microsoft |
microsoft only expr.
|
|
384 |
Computer |
yalnızca üstbilgi |
header only expr.
|
|
385 |
Computer |
yalnızca dahili kullanım için |
office use only expr.
|
|
386 |
Computer |
yalnızca metni sakla |
keep text only expr.
|
|
387 |
Computer |
yalnızca yetkililer |
authorized only expr.
|
|
388 |
Computer |
yalnızca faksla |
fax only expr.
|
|
389 |
Computer |
yalnızca bit eşlem |
bitmap only expr.
|
|
390 |
Computer |
yalnızca kullanıcılar |
only users expr.
|
|
391 |
Computer |
yalnızca truetype |
truetype only expr.
|
|
392 |
Computer |
yalnızca iletiler |
messages only expr.
|
|
393 |
Computer |
yalnızca yükle |
download only expr.
|
|
394 |
Computer |
yalnızca tanım |
definition only expr.
|
|
Informatics |
|
395 |
Informatics |
yazılımın yalnızca programcıların veya yöneticilerin erişebildiği kısmıyla ilgili |
back-end adj.
|
|
Telecom |
|
396 |
Telecom |
tek seferde yalnızca bir mesajın iletimine imkan tanıyan dar frekans aralıklı bir iletim tekniği |
baseband n.
|
|
397 |
Telecom |
aynı anda yalnızca tek yönde telekomünikasyona izin veren |
simplex adj.
|
|
Mechanic |
|
398 |
Mechanic |
yalnızca operatör bastığında çalışmaya izin veren güvenlik anahtarı |
dead man's handle n.
|
|
399 |
Mechanic |
yalnızca operatör bastığında çalışmaya izin veren güvenlik anahtarı |
dead man's pedal n.
|
|
400 |
Mechanic |
(dişli) yalnızca dişlerin ucu birbirine değecek şekilde yanlış kapanmak |
butt v.
|
|
Textile |
|
401 |
Textile |
yalnızca gerekli olan birkaç parçadan oluşan giysi ve aksesuar koleksiyonu |
capsule wardrobe n.
|
|
402 |
Textile |
yalnızca tabaklanan deri ile ilgili |
russet adj.
|
|
Architecture |
|
403 |
Architecture |
triglife benzeyip yalnızca iki oyuğu olan çıkıntılı ve süslü cephe |
diglyph n.
|
|
404 |
Architecture |
genellikle bölmesiz geniş mekanlar için kullanılan ve yalnızca kendi ağırlığını taşıyan betonarme kubbeli veya kemer çatı |
shell n.
|
|
Dyeing |
|
405 |
Dyeing |
her türlü uygulamada yalnızca tek bir rengi veya tonu veren (boya) |
monogenetic adj.
|
|
Automotive |
|
406 |
Automotive |
silinebilir programlanabilir yalnızca okunur bellek |
erasable programmable read-only memory n.
|
|
407 |
Automotive |
yalnızca okunur bellek |
programmable read only memory n.
|
|
Transportation |
|
408 |
Transportation |
yalnızca belirli bir tonajda yük elde edildiğinde çalışan yük treni |
tonnage train n.
|
|
Traffic |
|
409 |
Traffic |
otoyol ve caddelerde yalnızca otobüslerin kullanımı için özeleştirilmiş şerit |
bus lane n.
|
|
410 |
Traffic |
otoyol ve caddelerde yalnızca otobüslerin kullanımı için özeleştirilmiş şerit |
bus only lane n.
|
|
Railway |
|
411 |
Railway |
trenleri yalnızca tek yönde çalışan (demiryolu) |
one-track adj.
|
|
Aeronautic |
|
412 |
Aeronautic |
yalnızca kargo taşıyan uçak |
all cargo aircraft n.
|
|
413 |
Aeronautic |
yalnızca pilot gücüyle hareket eden bir uçak |
aviette n.
|
|
414 |
Aeronautic |
sokakta yalnızca yük, yolcu bırakıp almak için kullanılan alan |
loading zone n.
|
|
415 |
Aeronautic |
son derece tehlikeli kabul edilip yalnızca yüksek güvenlikli kargo uçaklarıyla taşınabilen kargo |
controlled dangerous air cargo n.
|
|
416 |
Aeronautic |
yalnızca aletleri kullanarak uçmak |
fly blind v.
|
|
Marine |
|
417 |
Marine |
rehni yalnızca yük olan deniz ödüncü |
respondentia n.
|
|
418 |
Marine |
normalde yalnızca iki sıra dikişle birleştirilen iki yelken bezinin birleştiği yerde yapılan ekstra orta dikiş |
monk's seam n.
|
|
419 |
Marine |
normalde yalnızca iki sıra dikişle birleştirilen iki yelken bezinin birleştiği yerde yapılan ekstra orta dikiş |
monk seam n.
|
|
420 |
Marine |
yalnızca gündüz görülebilen yön bulma işareti veya yapısı |
daymark n.
|
|
421 |
Marine |
yalnızca gündüz görülebilen yön bulma işareti veya yapısı |
daymark n.
|
|
422 |
Marine |
(denizaltı) suyun üzerinde yalnızca boru tertibatı görünecek şekilde dizel motorlarla çalışmak |
snorkel v.
|
|
423 |
Marine |
(gemide) yalnızca safra olan |
in ballast trim adj.
|
|
424 |
Marine |
yalnızca köşelerden bağlanan (yelken) |
flying adj.
|
|
425 |
Marine |
yalnızca tatlı suda seyretmeye alışkın |
freshwater adj.
|
|
Mining |
|
426 |
Mining |
yalnızca bir kez haddelenen demir çubuk |
muck bar n.
|
|
Medical |
|
427 |
Medical |
yalnızca üç renk gören kimse |
trichromat n.
|
|
428 |
Medical |
yalnızca kız çocuğu doğurma |
thelytocia n.
|
|
429 |
Medical |
yalnızca bir taraftaki vertebral laminanın çıkarılması |
hemilaminectomy n.
|
|
430 |
Medical |
yalnızca bir taraftaki omur lamının çıkarılması |
hemilaminectomy n.
|
|
431 |
Medical |
yalnızca solunumsal hareketlilik hissetmesi ile oksijeni muhafaza eden bir alet |
demand oxygen delivery device n.
|
|
432 |
Medical |
yalnızca tek tarafından açılan fistül |
incomplete fistula n.
|
|
433 |
Medical |
yalnızca dıştan iyileşen yara |
sursanure [obsolete] n.
|
|
434 |
Medical |
(kan örneği) yalnızca mikroskobik incelemeyle saptanabilir |
occult adj.
|
|
435 |
Medical |
(kan örneği) yalnızca kimyasal analizle saptanabilir |
occult adj.
|
|
Anatomy |
|
436 |
Anatomy |
yalnızca bir ucu açık olan kese benzeri yapı |
cul de sac n.
|
|
Psychology |
|
437 |
Psychology |
yalnızca belirli şeyleri hatırlama yetisi |
selective memory n.
|
|
438 |
Psychology |
yalnızca psikolojik test verilerinden elde edilen |
blind adj.
|
|
Physiology |
|
439 |
Physiology |
kalbin yalnızca bir karıncığının kasılması |
hemisystole n.
|
|
440 |
Physiology |
yalnızca kaba uyaranlara yanıt veren (deri hassasiyeti) |
protopathic adj.
|
|
Pathology |
|
441 |
Pathology |
ebeveynlerden yalnızca birinin doğurgan olduğu melezlerde görülen kısırlık |
dysgenesis n.
|
|
442 |
Pathology |
yalnızca insanlarda görülen hafif semptomlu bir grip türü |
influenza b n.
|
|
443 |
Pathology |
yalnızca insanlarda görülen hafif seyirli bir grip türü |
influenza c n.
|
|
444 |
Pathology |
gözün üç ana renkten yalnızca ikisini görebilmesi |
dichromacy n.
|
|
445 |
Pathology |
gözün üç ana renkten yalnızca ikisini görebilmesi |
dichromasy n.
|
|
446 |
Pathology |
gözün üç ana renkten yalnızca ikisini görebilmesi |
dichromia n.
|
|
447 |
Pathology |
üç ana renkten yalnızca ikisini görebildiği bir renk körlüğü |
dichromation n.
|
|
448 |
Pathology |
üç ana renkten yalnızca ikisinin görülebilmesi |
dichromism n.
|
|
449 |
Pathology |
hastanın yalnızca dik dururken nefes alabildiği bir solunum yolu rahatsızlığı |
orthopny n.
|
|
450 |
Pathology |
yalnızca iki ana rengi ve karışımlarını algılayabilen |
dichromatic adj.
|
|
451 |
Pathology |
yalnızca iki ana rengi görebilen |
dichromatic adj.
|
|
Pharmaceutics |
|
452 |
Pharmaceutics |
yalnızca ağızdan alınan bir nonsteroidal antiinflamatuvar ilaç |
diclofenac sodium n.
|
|
Optics |
|
453 |
Optics |
yalnızca özel bir açıdan bakılınca görünecek şekilde çarpıtılmış görüntü oluşturmakta kullanılan optik cihaz |
anamorphoser n.
|
|
454 |
Optics |
yalnızca özel bir açıdan bakılınca görünecek şekilde çarpıtılmış görüntü üretmekte kullanılan mercek |
anamorphote lens n.
|
|
455 |
Optics |
yalnızca sınırlı bir dalga boyu aralığında kullanılan optik parça |
monochromat n.
|
|
456 |
Optics |
gözün yalnızca tek bir meridyeninde miyopluk bulunması |
myopic astigmatism n.
|
|
457 |
Optics |
yalnızca iki optik yüzeyi bulunan (mercek) |
simple adj.
|
|
Veterinary |
|
458 |
Veterinary |
yalnızca buğday kepeği yiyen atlarda kandaki fosfor miktarının düşük olmasından kaynaklanan osteofibroz hastalığı |
miller's disease n.
|
|
Printing |
|
459 |
Printing |
(dizgi makinesi matrisi) yalnızca elle yerleştirilebilen |
pi adj.
|
|
Math |
|
460 |
Math |
(diferansiyel denklemin değişkenlerini) bağımsız ve bağımlı değişkenlerin diferansiyelleri yalnızca bu değişkenlerin fonksiyonları olacak şekilde yazmak |
separate v.
|
|
461 |
Math |
yalnızca tek bir argümenti olan |
monadal adj.
|
|
462 |
Math |
yalnızca tam sayı içeren (kesir) |
simple adj.
|
|
463 |
Math |
(ölçümler) yalnızca yüzey alanını kapsayan |
superficial adj.
|
|
Geometry |
|
464 |
Geometry |
yalnızca güç açısından ölçekteş olan iki çizginin toplamı olan bir çizgiyle ilgili |
bimedial adj.
|
|
465 |
Geometry |
yalnızca tepede temas edip ortak kenarı bulunmayan ve genelde toplamı 180 derece olmayan (iki doğrunun kesişimiyle oluşan iki açı) |
opposite adj.
|
|
Logic |
|
466 |
Logic |
yalnızca her iki terimin de doğru olması durumunda doğru değeri veren mantık işleci |
and n.
|
|
467 |
Logic |
iki girdiden yalnızca biri doğru olduğunda çıktısı doğru olan mantıksal operatör |
xor n.
|
|
468 |
Logic |
matematiğin sonsuz kümelerin özelliklerini net şekilde kavrayamayacağı ve yalnızca kanıtlanabilir önermelerin doğru olarak ileri sürülebileceği teorisi |
intuitionalism n.
|
|
469 |
Logic |
yalnızca kanıtlanabilir önermelerin doğru olarak ileri sürülebileceği görüşüyle mantık ve matematiğin yeniden şekillendirilmesi |
intuitionalism n.
|
|
470 |
Logic |
matematiğin sonsuz kümelerin özelliklerini net şekilde kavrayamayacağı ve yalnızca kanıtlanabilir önermelerin doğru olarak ileri sürülebileceği teorisi |
intuitionism n.
|
|
471 |
Logic |
yalnızca kanıtlanabilir önermelerin doğru olarak ileri sürülebileceği görüşüyle mantık ve matematiğin yeniden şekillendirilmesi |
intuitionism n.
|
|
472 |
Logic |
yalnızca sonlu adım içeren unsurların matematiğin alanına girdiği görüşü |
finitism n.
|
|
473 |
Logic |
sınıfın yalnızca bir kısmını konu alan önerme |
particular proposition n.
|
|
474 |
Logic |
doğruluğu veya yanlışlığı yalnızca deneyle ispatlanabilir olan (önerme) |
contingent adj.
|
|
Physics |
|
475 |
Physics |
aktif bir iş yapmayıp yalnızca basınç oluşturan kuvvet |
vis mortua n.
|
|
Chemistry |
|
476 |
Chemistry |
maddeleri birbirinden ayrılmış ve yalnızca ateşleme ile kimyasal olarak birleşen fünye |
chemical fuze n.
|
|
477 |
Chemistry |
yalnızca kimyasal etki ile ilişkili ışın dizini |
chemical spectrum n.
|
|
478 |
Chemistry |
yalnızca türevlerinin formunda mevcut olan bir asit |
allophanic acid n.
|
|
479 |
Chemistry |
yalnızca bir tane asidik hidrojen atomu içeren asit |
monacid n.
|
|
480 |
Chemistry |
yalnızca bir amido grubu içeren amido bileşiği |
monamide n.
|
|
481 |
Chemistry |
yalnızca tek bir asidik hidrojen atomuna sahip atom |
monoacid n.
|
|
482 |
Chemistry |
yalnızca su ile tepkimeye giren bir enzim |
hydrolytic ferment n.
|
|
483 |
Chemistry |
tuz veya ester oluşturmak üzere yalnızca bir monobazik asit molekülü ile reaksiyona giren |
monacid adj.
|
|
484 |
Chemistry |
yalnızca bir molekül kalınlığında olan |
monomolecular adj.
|
|
485 |
Chemistry |
yalnızca iki orbital içeren (molekül) |
dicyclic adj.
|
|
486 |
Chemistry |
yalnızca tuzları bilinen varsayımsal bir altın sülfasidine ait veya ilgili |
sulphauric adj.
|
|
Biology |
|
487 |
Biology |
canlı organizmaların yalnızca başka canlı organizmalardan türeyebileceği ilkesi |
biogenesis n.
|
|
488 |
Biology |
kalıtsal özelliklerin yalnızca hücre plazması yoluyla iletildiği teorisi |
blastogenesis n.
|
|
489 |
Biology |
genetik özelliklerin yalnızca dişiler aracılığıyla kalıtılması |
hologyny n.
|
|
490 |
Biology |
yalnızca düşük tuz konsantrasyonlarına dayanabilen halofit |
glycophyte n.
|
|
491 |
Biology |
eş kalıtsal bir organizmada yalnızca ikisi bulunabilen üç veya daha fazla alelden oluşan dizilere verilen ad |
multiple allele n.
|
|
492 |
Biology |
eş kalıtsal bir organizmada yalnızca ikisi bulunabilen üç veya daha fazla alelden oluşan dizi |
multiple factor n.
|
|
493 |
Biology |
yalnızca antijen hususunda birbirinden ayrılan mikroorganizmalar grubu |
serogroup n.
|
|
494 |
Biology |
yalnızca dişi döl veren |
thelytokous adj.
|
|
495 |
Biology |
yalnızca dişi yavru doğuran |
thelytokous adj.
|
|
496 |
Biology |
yalnızca dişi döl veren |
thelyotokous adj.
|
|
497 |
Biology |
yalnızca dişi yavru doğuran |
thelyotokous adj.
|
|
498 |
Biology |
yalnızca konakçı türler dışındaki hücrelerde çoğalan |
xenotropic adj.
|
|
499 |
Biology |
yalnızca erkek soyundan kalıtılan |
holandric adj.
|
|
500 |
Biology |
yalnızca dişilerde sonraki nesillere geçen |
hologynic adj.
|
|